Konya
°C
Yeni Meram

BİR BARDAK SÜTÜN HİKÂYESİ

BİR BARDAK SÜTÜN HİKÂYESİ- Adem ESEN- Yeni Meram Gazetesi

A+
A-
11.08.2023 01:37
10.08.2023 13:38
2
1592
ABONE OL

Beş veya altı litre süt alan süt kovasını sırtına alır Pazar günleri veya belirli günler hastaneye doğum evine götürürdü. Aydoğdu’daki evinden yürüyerek Pirebi, Öğretmenevleri, Anıt, Garipler’den yürüyerek hastalara giderdi, tesadüf ettiği hastaya veya yakınına süt dağıtır, geçmiş olsun derdi.
Bir veya iki ineği vardı, evinin arkasındaki küçük ahırda ona bakar, sütünü bazen satar, bazen de yoğurt yapardı, kendi ve kocasının yiyeceği yanında çocuklarının, torunlarının ve akrabalarının da ihtiyaçlarını görürdü. Hayvanların otlarını yakındaki bahçelere gider toplardı. Bazen de benim Türkiye Zirai Donatım Kurumunun demiryolu kenarındaki bahçesinde elma ve armut ağaçlarının altındaki otları topladığımız olmuştu.
İnsanın ana-babası, dede-ninesi veya diğer dost-ahbaplarının özelliklerini onlardan bu alemde ayrıldıktan sonra fark ediliyor. Rahmetli Hacer anne-annemin yayan yapırdak uzun bir mesafeyi geçerek süt dağıtmasını onu kaybettikten sonra, en büyük kızı olan annemden öğrendik. İnsanlar yaşlanınca çok fazla konuşmaya başlar ve daha çok küçüklüklerini ve gençliklerini hatırlayarak anlatmaya başlarlar. İşte ben de, böyle bir ortamda öğrenme fırsatı buldum.
Konya merkeze yaklaşım 20 kilometre mesafede Çayırbağı köyü… 1950’li yılların ortalarından sonra, yaşları daha ona ulaşmamış ikisi kız biri oğlan çocuğundan sonra üçüncü çocuğa hamile kalır. Çocuğun doğum günü yaklaşır, tabii o zaman çocuk doğuncaya kadar cinsiyeti bilinmez. Zira köy yerinden hatta şehirden hastaneye gidip çocuğu ve anneyi takip etmek diye bir sağlık hizmeti yoktur. Bu sebeple o dönemler anne ve çocuk ölümlerinde ülkemiz bayağı üst seviyelerdedir. Çocuğun doğumu zorlaşır, köyde komşu eve çağrılır, ama ters gelen çocuk doğumu yapılamaz. Hemen at arabası hazırlanır, Hatıp nahiyesine doğru yola çıkılır, telefon orada vardır. Şehirle irtibat orada sağlanabilir. Şimdiki adıyla ambülans, cankurtaran çağrılır, aynı zamanda bir taksi… Taksi gelir, hasta acılarıyla taksiye biner, yanında kayınvalidesi de vardır. Yolda cankurtaran gelir. Hasta, taksiden alınır, cankurtarana yatırılır. Bu arada kız çocuğu cansız olarak doğar. Cankurtaran anneyi kurtarmak o zamanlar Zafer’deki Doğumevine götürür. Takside kalan kayın valide gelinini kaybetmenin korkusuyla, gelinin de öldüğünü zanneder ve feryatları koparır. Gelin hayattadır, hastanede bir haftaya yakın kalır. Taburcu olduğunda yürümeye takati yoktur, çok düşkündür. Demek ki o dönemdeki hastane hizmetleri de öyleymiş… Hacer hanım doğumda yolda ve hastanede çektiği acıları hiç unutmayarak, hastaların acılarını paylaşmak ve onlara bir bardak süt verebilmek için ilerleyen yaşlarında bile hastane yolunu tutarmış…
Anadolu insanı, çektiği ıstırabı içine attığı gibi yaptığı iyiliği de dışa vurmaz. İşte, bizim Hacer hanım da yaşadıklarını pek anlatmaz, dağıttıkları süt sorulunca da “Allah kabul etsin” diye geçiştirirdi.
Babası, Çankaya’da askerlik yaptığından soyadını da böyle almıştı. Aslında köyde, Kurtuluş savaşı paşalarının isimlerini veren aileler eksik değildi: Ali İhsan, Fevzi…
İlkokul çağına girdiğimde, Selçuk ilkokuluna yazılmaya babamla birlikte, bisikletin kadrosunda gittik. Nüfus cüzdanımı alan okul müdürü, “Bu çocuğun yaşı küçük olduğundan okula kaydedemeyiz” diye bizi geri çevirdi. Babam da “Bu kadar boylu çocuk, akranlarından da uzun” dediyse de müdür ikna olmadı… Benim doğum tarihimin mahkeme kararıyla düzeltilmesi gerekiyormuş… Şahitler olarak büyük annem ile anneannem yazılmış, onlar büyük torunlarının doğumunu biliyorlar… Hakim birisine sorar adı soyadını, sonra doğum tarihini, “Bilmem ki” deyince, diğerine geçer o da aynı cevabı verince, hakim başka şahit getirilmesini ister… Gerçekten bir dönem tarihlere karşı belki kayıtsızlık denebilecek tutumlar vardı.
O döneminde sadece kadınlar değil erkeklerde bile okuma yazma oranı çok düşüktü. Cumhuriyetin ilk nesliydi, harf değişikliğinden etkilenen ilk nesildi. Ama onların da büyük bir kısmına eğitim hizmeti sunulmamıştı. Zaten din eğitim de yasaktı. Ailede verilen eğitim de iş-güçten dolayı yeterli değildi. Bu ezikliği çocuklarını, torunlarını okula gönderirken hep çekerdi. “Aman bizim gibi cahil kalmayın” derdi. Onun, cehaletle kastettiği okuma yazma idi. Çok becerikli ve maharetliydi: heybesini, kilimini, çoluk çocuğunun göyneklerini evin bir köşesindeki tezgahında kendisi dokurdu. Zaten yemek ve v işlerinde becerikliydi. Böyle birisi cehaletle itham edilebilir mi? İlerleyen yaşlarında Kur’anı Kerim okuma arzusu arttı. Elinde, en iri harfli Mushaf-ı Şerif kendisine hocalık yapacak birisini arardı. Beni görünce hemen “ak guzum, şurayı ben okuyum, sen de takip et” derdi. Epeyce de ilerletmişti.
Buğday ekmeğiniz yoksa, buğday diliniz de mi yok? Atasözünü ondan duymuştuk. Cömertlik ve çevresine iyilikte bulunmayı tavsiye eden bir tutumu hep yaşar ve tavsiye ederdi. Bir de, otobüsle uzun süren hac yolculuklarında ki yoldaşlıkları “hacı rafıklığı” “ahretlik” yani dünya ve ahiret kardeşliği olarak bilindiğinden onun da bir çok bağları vardı.
1927 yılında doğan anne-annem 2000 yılı Şubatın yirmisinde karlı bir kış günü, vefat ettiğinde Çayırbağı’nda cenazesini definden sonra biz de tüm geçmişlerimizin hatırasına ve gelecek nesillerimiz için Rahmet ormanına ağaç dikmiştik.
Allah tüm geçmişlerimize rahmet eylesin.

HABER YORUMLARI
  1. İsmail Esen
    2023-08-18 14:44:53
    Allah rahmet eylesin mekanları cennet bahçeleri olsun
  2. İsmail Esen
    2023-11-30 21:26:44
    Allah rahmet eylesin mekanları bahçeleri olsun dedelerim nenelerimin bababamiz amcam