Türkiye, tarih boyunca doğu ile batı arasında bir köprü olmanın hem nimetlerini hem de zorluklarını yaşamış bir ülke. Türkiye’nin coğrafi konumu gereği göç yollarının da tam ortasında yer almasını kaçınılmaz kılıyor. Ancak tüm dünya yangın yerine dönmüş dünyanın her yerinde etnik meshepsel savaşlar alıp başını giderken göç, sadece sınırlarımızdan içeriye giren insanlarla ilgili bir mesele olmaktan çıkmışa benziyor.
Göç sadece bir insan topluluğunun yer değiştirmesinden ziyade sosyolojik bir olgu olduğu gerçeği bir yanda dururken göç artık Türk Toplumu için artık toplumsal yapımızı, ekonomimizi ve hatta siyasetimizi doğrudan etkileyen bir hal aldı. 2011 yılında Suriye iç savaşının patlak vermesiyle Türkiye, milyonlarca mülteciye kapılarını açtı. Kısa vadede bu politika, insani bir refleks olarak dünya kamuoyunda takdir topladı. Ancak aradan geçen yıllar içinde görüldü ki, bu durum kalıcı bir sosyolojik dönüşüm yaratıyor. Bugün resmi rakamlara göre 3.5 milyondan fazla Suriyeli Türkiye’de yaşıyor. Gayriresmi rakamlar ise bu sayının çok daha yüksek olduğunu söylüyor. Sığınmacılar artık yalnızca “geçici misafir” olarak değil, iş gücü piyasasında, konut kiralarında, eğitim sisteminde ve toplumsal huzurda ciddi etkileri olan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. İstanbul, Gaziantep, Kilis, Hatay gibi şehirler adeta kapasitesinin sınırına dayandı. Kiralar artarken, kamu hizmetlerinde aksama yaşanıyor. Bu durum yerel halkın yaşam kalitesini düşürüyor ve göçmenlere karşı tepkiyi körüklüyor. Sosyal medyada ve sokakta giderek artan yabancı düşmanlığı, sorununu görmemek elde değil. Göç sadece Türkiye’ye gelenlerden ibaret değil. Nitelikli gençlerimiz, akademisyenlerimiz, mühendislerimiz yurt dışına gitmenin yollarını arıyor. Beyin göçü artık bir kavram değil, günlük bir gerçeklik haline geldi. Bu da ülkenin geleceği adına ayrı bir alarm zili çalıyor anlamına geliyor. Bu noktada ne yapmalı sorusu gündeme geliyor. Göç meselesini yalnızca güvenlik veya ekonomik düzlemde ele almak büyük bir hata olur. Bu konu; sosyal uyum politikaları, etkin sınır yönetimi, uluslararası iş birlikleri ve en önemlisi şeffaf bir iletişim stratejisiyle ele alınmalı. Mültecilerle ilgili alınacak her kararın, hem Türkiye vatandaşlarını hem de göçmenleri koruyacak şekilde dengeli ve adil olması şart. Unutmamak gerekir ki, göç doğru yönetilmediğinde toplumsal kutuplaşmayı, güvensizliği ve ekonomik adaletsizliği artırır. Sessiz bir kriz olarak büyüyen göç sorunu, ancak açık diyalogla, akılcı politikalarla ve gerçeklerle yüzleşerek çözülebilir.
KURBAN OLAYIM YAPMAYIN!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.