Bir süredir lise (ortaöğretim) süresi üzerinde tartışılmaktadır. Önce eğitimle ilgili bazı rakamlara bakmakta yarar vardır: Türkiye’de eğitim harcamaları 2023 yılında 2022 yılına göre %92,5 artarak 1 trilyon 130 milyar 844 milyon TL oldu. Bir önceki yıla göre eğitim harcamalarının en fazla arttığı eğitim düzeyleri 2023 yılında; %109,0 ile ilkokul ve %107,2 ile okul öncesi oldu. Eğitim harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) içindeki payı 2022 yılında %3,9 iken, 2023 yılında %4,3 oldu. Devlet eğitim harcamalarının GSYH içindeki payı ise 2022 yılında %3,1 iken, 2023 yılında %3,6 oldu. Devlet eğitim kurumlarınca yapılan harcamaların %34,4’ünü yükseköğretim, %21,4’ünü ortaöğretim oluşturdu. Türkiye’de 2023 yılında yapılan eğitim harcamalarının %83,5’i devlet tarafından finanse edildi. Eğitim harcamaları içerisinde hanehalklarının yaptığı harcamaların payı ise %7,9 oldu.
Bir yıl öncesi MEB Türkiye’de okul öncesi eğitim, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde 9 milyon 600 bin 891’i erkek, 9 milyon 109 bin 374’ü kız olmak üzere toplam 18 milyon 710 bin 265 öğrenci örgün eğitim alıyor. Öğrencilerden 15 milyon 849 bin 271’i resmî, 1 milyon 631 bin 192’si özel ve 1 milyon 229 bin 802’si ise açık öğretim kurumlarında okuyor. Resmî okullarda eğitim görenlerin 8 milyon 101 bin 129’u erkek, 7 milyon 748 bin 142’si kız öğrencilerden oluşuyor. Özel okullarda ise 883 bin 476 erkek, 747 bin 716 kız öğrenci eğitim görüyor. Açık öğretimde kayıtlı aktif öğrencilerin 616 bin 286’sını erkekler, 613 bin 516’sını kızlar oluşturuyor. Örgün eğitimde okul öncesinde 1 milyon 954 bin 202, ilkokulda 5 milyon 644 bin 386, ortaokulda 5 milyon 314 bin 796, ortaöğretimde 5 milyon 796 bin 881 öğrenci eğitim alıyor.
Örgün eğitim kurumlarında görev yapan öğretmen sayısı 2023-2024 eğitim öğretim yılında 1 milyon 168 bin 896 oldu. Bu öğretmenlerin 993 bin 397’si resmî okullarda, 175 bin 499’u özel okullarda görev yapıyor. Öğretmenlerin 84 bin 67’si okul öncesi eğitimde, 308 bin 636’sı ilkokulda, 378 bin 203’ü ortaokulda ve 397 bin 990’ı ortaöğretimde (lisede) çalışıyor.
Örgün eğitimde 61 bin 111’i resmî okul, 14 bin 352’si özel okul ve 4’ü açık öğretim okulu olmak üzere toplam 75 bin 467 okul bulunuyor. Bu okulların 18 bin 866’sı okul öncesi eğitim, 25 bin 245’i ilkokul, 18 bin 850’si ortaokul ve 12 bin 506’sı da ortaöğretim kademesinde yer alıyor.
TBMM’ye sunulan bütçe teklifinde 2026 yılı merkezi yönetim bütçesinden yüzde 15.3 oranı ile en büyük payı yine eğitime ayırılmıştır. Personel giderleri de en önemli paya sahiptir.
Bu verilere göre Milli Eğitim camiasının önemli bir kesimi ortaöğretimde yani lisede bulunmaktadır. Dolayısıyla liseler için hemen karar almak zorlaşmaktadır.
Tüm toplumlarda zeki, kabiliyetli, orta derece nitelikli, anlayışı düşük gibi farklı nitelikli insanlar eşit dağılmıştır. Bunun için iktisaden ileri gitmiş toplumlar tüm akıllıların veya çalışkanların toplandığı topumlar veya bunun aksi diğer toplumlar tembel veya düşük zekâlıların toplandığı toplumlar değildir. Burada mesele, zeki ve çalışkanlara fırsatların tanınması, engeller varsa kaldırılması, gerekirse destekler sağlanmasıdır.
Harcanan kaynakla kişilerin daha iyi nitelikte yetişerek başta kendisi, ailesi ve topluma faydalı olması amaçlanmaktadır. Bu durum pozitif dışsallık olarak ifade edilir. İyi ve nitelikli eğitim alan, öğrenim becerisini geliştiren fertler kendi gelirlerini ve refah düzeylerini artırırlar, böylece ailesi de bundan faydalanır. Topyekün tüm vatandaşların seviyelerinin yükselmesi ülke ekonomisini de geliştirir. Ancak her ferdin farklı fiziki ve zihni yetenekleri olduğundan herkese aynı eğitim ve öğretim mi sağlanmalı? Mesleklere yöneltme nasıl olmalı? Gibi sorular üzerinde durulur. Tabii burada toplumsal kültür, toplumun zihniyet dünyası, hukuki düzen yanında ailevi faktörler de çok etkilidir.
Eğitim ve öğretimin amacı nedir? Amaç, lisede öğrencinin istediği veya kazanabileceği üniversiteye gitmesi için bazı dersleri alması mıdır? Öğrencinin kişisel niteliği ve becerilerine uygun olarak en kısa sürede bir mesleğe, işe girerek gelir sağlaması mıdır? Öğrencileri mümkün olduğu kadar uzun sürede okullarda öğrenci olarak tutarak onlara ideoloji aşılamak mıdır yani sosyal mühendislik yapmak mıdır?
Genel olarak lise öğrenimine baktığımızda tüm lise son sınıfların ve bazı eski mezun öğrencilerin üniversite sınavlarına girdiği anlaşılmaktadır. Nitekim son olarak 2025 yılında 2.560,649 aday başvurdu ve bunun %8’i dışındakiler sınava girdi. O halde bizim lise öğretimimizin temel amacı üniversiteye hazırlık niteliği taşıyor. Bu sebeple liselerin çoğunda son sınıflarında öğrenci devamsızdır. Çünkü son sınıfta öğrenciler üniversite sınavına hazırlanırlar, bir anlamda liseler dersane görevini de yapamamakta, öğrenciler üniversite sınav kurslarına yönelmektedir.
Pekala üniversiteler meslek veriyorlar mı? Yani liseden üniversiteye geçen öğrenciler yükseköğretimde ne kadar meslek elde ediyorlar veya gelirlerini artırıcı nitelik kazanıyorlar?
Bir de ne okulda ne de iş hayatında olmayanlar için kullanılan NEET tanımı var. Türkiye’de 15-24 yaş aralığındaki gençlerin %22,9’u ne eğitimde ne de istihdamdadır. Ülkemizde bu kategorideki nüfus sayısı da günden güne artmaktadır.
Ülkelerin eğitim politikasını şekillendiren pek çok faktör vardır. Şehirleşme, teknolojinin gelişmesi gibi faktörler yasal düzenlemeleri şekillendirir. Son olarak çıkarılan 4-4-4 zorunlu eğitim ve öğretim yasasının kişisel ve toplumsal beklentileri karşılayamadığından özellikle lise eğitimi ve öğretiminin yeniden düzenlenmesi üzerinde durulmaktadır. Bu kanun çıkarken yine sert eleştiriler olmuştu, kısa sürede çıkarılması için acele edilmişti. Maalesef siyasi körükler, muhalefet-iktidar atışmalarıyla yasalar olması gereken biçimde çıkamamakta veya uygulanamamaktadır. Meşhur anayasa hukukçumuz Ali Fuat Başgil merhum, iktidarlara kanun çıkarırken çok acele edilmemesini, hatta bunun için senato kurulmasını tavsiye etmişti.
Çalışma çağı nüfusu genellikle 15-65 yaş olarak tanımlanır. Yani bu yaşlar arası nüfus üretken nüfustur. Bu çağda bir yandan eğitimi artırırken diğer yandan üretkenliği de korumak gerekir. Böylece kişiler ve toplum refah seviyesini artırma imkanı bulur. Liselere verilen kamu imkanları çocuklar ve aileler için daha önemli bir eğitim-öğretim aşaması olan kreş ve anaokullarına aktarılması daha uygun olacaktır.
“Ağaç yaşken eğilir”. Özellikle sanayide olmak üzere iktisadi sektörlerde çırak ihtiyacı için lise sonrası uygun bir yaş değildir. Bazı kesimler çocuk işçi bahanesiyle çıraklık kurumunun kaldırılmasını istemektedir. Oysa her meslekte usta olmanın yolu çıraklıktan geçer. Mevcut eğitim sistemi kızların evlilik yaşlarını da geciktirmektedir. Bu da şikayet edilen nüfus azalmasının temel sebeplerinden birisidir.
“En iyi okul en yakın okuldur” kuralına göre kreş, anaokulu, ilkokul, ortaokul ve liseler mümkün olduğu kadar ailelerin konutlarına yakın olmalıdır.
Her toplumun ve dönemin kendisine özgü eğitim ve öğrenme çağı vardır. Mevcut zorunlu eğitim sistemi Türkiye’nin gerçeklerine uygun olmadığı görülmüştür.
Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması için tüm tedbirler alınır, ancak çocukların kişisel yeteneklerinin belirli dönemlerde bilimsel yöntemlerle objektif olarak değerlendirilmesi ve buna uygun olarak yönlendirilmesi gerekir. Böylece hem bireysel kapasite hem de kamu kaynakları en etkin değerlendirme imkanı ortaya çıkar. Herhalde bizim sistemimizde böyle bir yönlendirme olmadığından herkes niteliğine bakılmaksızın en yüksek puanla üniversiteye girme peşinde olmaktadır.
Liselerin durumu bu yıl devam ediyor, gelecek yıl üzerinde durulacağı yetkililerce açıklandı, bu konuda herkes değişiklik olmalı demekte, ancak nasıl olacağı konusunda herkes kendi beklentisini veya fikrini dikte etmektedir. Siyasi körükler buna eklenince çözüm zorlaşmaktadır. Yukarıdaki veriler zaten konu hakkında hemen karar vermeyi zorlaştırmaktadır. Bu sebeple mevcut haliyle sistemi kontrol ederek, zayıf yönlerine karşı tedbir almak daha uygun olur. Mesela meslek liselerinde iyileştirme sağlanması, müfredatın sınava hazırlıktan kurtarılması ve dış denetime ağırlık verilmesini önermek isteriz.
Kaynak: Adem Esen
PERDE 2… Zorbalık mı? Yoksa Toplumsal Çöküşün Sessiz Çığlığı mı?