Doğup da ölmemek, gelip de gitmemek mümkün mü?
İnsan ölümlü, gün akşamlı.
Her yolcu, beşikle mezar arasındaki yolları aşmak durumundadır.
Günün birinde, sermâye-i ömür eriyecek, sayılı günler bitecek, son nefes verilecektir.
Öyleyse dem bu demdir. Ömrümüzün en bereketli çağı ve aynı zamanda heva ve hevesin tavan yaptığı dilimdir gençlik..
Büyükler derler;
“Gençlik bir kuştur, uçar gider tutamazsın. İhtiyarlık bir cekettir, giyer çıkaramazsın..”
Ah şu ihtiyarların farkındalıkları bizlerde olsa.
Hakikî bir derdimiz olmayınca eften şeyleri dert ediniyoruz. Her sabah yepyeni bahşedilen enerjiyi ya geçmişle ya gelecek kaygısıyla ya da dedikodu gıybetle heba ediyoruz.
Bu hengâmeden çıkmanın en temel yolu “farkındalıktır.” Öncelikle zihnini ve kalbini korumaktan daha büyük bir vazife yoktur. Bu vazifeyi hakkıyla yerine getirirsen sadece kendini değil vatanını, milletini hatta dünyayı bile kurtarabileceğini bilmeli insan. Şöyle ki, kimseye kimseyi kurtarma yetkisi verilmemiştir, ama kendini kurtaran başkalarını kurtarabilecek bir kıvama ermiştir. Öylesini alır, başköşeye oturtur, zamanın ve mekânın talihini eline, diline, gözüne ve kalbine bağlarlar.
Zihnini ve kalbini korumanın yolu okuduğun, işittiğin ve izlediğine dikkat etmekten geçer. Güzel insanlar güzel işitir, güzel okur, güzel söyler ve güzel yazarlar, çünkü herkes kendindekini satar. Sakın kötüye, güzelin arkasına saklanmış çirkine ve balla sunulan zehire talip olma. Ne istediğin kimliğindir ve istediğin de bu dünyada değildir.
Haz almaktan ayılıp; kendinin, vatanının ve milletinin derdi ile dertlenip bu derde azıcık layık olabilirsen ışığın tüm küreye yayılır.
Her köşeden iniltiler yükseliyorsa, bir şafak vaktinin doğumu yaklaşmış demektir. O halde gecelerin karanlığında üzerine düşeni yap ki şafak gözünü açtığında başkasını değil bütün heybetiyle seni görsün. Görsün ve sana ram olsun.
Sen ne zaman kendi farkına varacaksın ey genç? Ellerini başına alıp da kim olduğunu ne zaman idrak edeceksin? Geçirdiğin her boş vaktin, girdiğin her günahın, yaptığın her faydasız işin, düştüğün her gaflet çukurunun oralara düşen bombalar kadar acıtıcı ve yıkıcı olduğunu ne zaman anlayacaksın?
Sen stadyumda saatleri harcarsın, bu sadece gönlüne değil, Libya’ya da bomba olur düşer.
Sen karışık kafelerde vakit öldürürsün, bu sadece vaktinin değil, Filistin’deki pazar yerinin katliamı olur.
Sen zevkin, keyfin ve eğlencenin kaçamağında harcanırsın, bu sadece ruhunun katli olmaz, Doğu Türkistan’da zevk için öldürülen Türkistanlı olur.
Sabırsız olmaz, sebatsız olmaz, dertsiz olmaz. Uykundan fedakârlık yap, zevkinden feragat et ve kendin olmak için gayret libasını giyin. Azimle, şevkle, aşkla, seni Yaratan’a verdiğin sözünün ve O’ndan başkasına yar olmayacak özünün hakkını ver! Senin basit, sıradan ve sığ olmaya hakkın yok!
Sen, böyle gelmiş böyle gitmiş diyemez, her an değişen güç denklemlerinde etkisiz eleman olmayı sindiremezsin, sindirmemelisin de!
Bugüne kadar çok oynadın, çok eğlendin, artık zamanı geldi, biraz da dertlen!
Kalk ayağa! Çırp üzerindeki ölü toprağı! Dünya hazdan ibaret değil. Madde ve mânâyı. Bilinçle ve şuurla. . Her şeyin farkına var ve gönül ağacını şükürle yeniden sula.
‘Zaman’ en büyük lütuflardan biridir