İnsanlığın ortak hafızasında beyaz tenli, mavi gözlü ve sarı saçlı bir suretle kazınan Hz. İsa, aslında tarihî ve antropolojik gerçekler ışığında, Sami ırkına mensup bir Filistinli idi. Peki, bu yanılsama nasıl bu denli kökleşti? Cevap tarihin sessizliğinde ve Batı’nın Propaganda çarkında saklı. İlk insan Hz. Adem’den tutun da Nuh, İbrahim, Musa ve nihayet Hz. Muhammed (sav) gibi peygamberlere; dört büyük halifeden Selçuklu sultanlarına, Roma krallarına varıncaya dek, hiçbirinin gerçek görünümü kayıt altına alınmamıştır. Fotoğrafın yokluğunda, halk muhayyilesi ve sonrasında ressamların fırçası, bu boşluğu doldurdu. Hayalin nakışı, zamanla gerçeğin yerine geçerek zihinlere kazındı. Hz. Ali’yi tasvir ettiği iddia edilen minyatürler gibi, Hz. İsa’ya dair imgeler de tamamen kurgusaldı.
ŞU SORUYA NASIL CEVAPLAR ALIRIZ?
Bugün sokağa çıkıp “Hz. İsa’yı tarif edin” diye sorsak, alacağımız cevap büyük ihtimalle aynı klişe olacaktır: “Sarı saçlı, beyaz tenli..” Zira Batılı ressamların tuvallerinden kilise duvarlarına, oradan Hollywood filmlerine ve nihayet dijital dünyanın sonsuz ekranlarına uzanan bir imaj bombardımanı, bu Avrupalı portreyi kolektif bilinçaltımıza işledi.
KURAN ÖZE BAKAR RENGE ŞEKLE DEĞİL
Kur’an-ı Kerim ise bize bambaşka bir ölçüt sunar. Hiçbir ayet, peygamberleri veya kavimleri ten renkleri, boyları veya göz yapıları ile betimlemez. Kur’an’ın ölçüsü maddi benzetmeler değil; iman, ahlak ve takvadır. Örneğin Hz. Yahya, “Allah’ın kelimesini tasdik eden, efendi, iffetli ve salih bir kul” olarak anılır.
Peki, neden Hz. İsa Avrupalı bir imajla temsil edildi?
Bu, tarihsel bir hakikatten ziyade, kültürel bir yansıtmadır. Hristiyanlık Avrupa’ya yayıldıkça, sanatçılar Mesih’i kendi toplumlarının ideal güzellik anlayışı ve fiziksel özellikleriyle resmettiler. Rönesans’ın büyük ustalarından Leonardo da Vinci ve Michelangelo’nun eserleri, bu ‘beyaz İsa’ imajını adeta evrensel bir hakikat gibi dünyaya sundu. Oysa bilim, bu tasvire itiraz eder. Adli antropolog Richard Neave’un, dönemin Yahudi kafatasları üzerinden yaptığı bilimsel rekonstrüksiyon, çok daha farklı bir portre çizer: Buğday veya esmer ten, Kısa, koyu renk ve kıvırcığa yakın saçlar, kahverengi gözler, orta boylu ve güçlü bir beden.
Bu bir tahmindir elbette, lakin Avrupa merkezli tasvirlerden çok daha gerçekçi ve o coğrafyanın genetik yapısıyla uyumludur. Madem bilim ve tarih bunu söylüyor, bu “beyaz İsa” algısı neden bu kadar ısrarla sürdürülüyor?
Cevap, kültürel hegemonyanın doğasında yatar. Batı medeniyeti, yüzyıllar boyunca sanat, medya ve teolojik temsil yoluyla sadece siyasi değil, zihinsel bir üstünlük de inşa etmiştir. Tarihi ve kutsalı kendi suretinde yeniden yaratmak, bu üstünlük kurgusunun temel taşlarından biridir. Mike Tyson’ın o çarpıcı sözü, bu durumu özetler niteliktedir: “Bütün fakirler siyahtır.” Bu zihniyetin bir tezahürü de, en kutsal figürü dahi kendi fiziksel ideallerine dönüştürme çabasıdır. Ve ne yazık ki, bu çabanın arkasındaki gücü teyit eden kadim bir klişe vardır:
“Efendi doğru söyler.”
Oysa gerçek, renklerin değil, yüreklerin sesidir. Ve o ses, bugün hâlâ onun yürüdüğü topraklarda, Filistin’de yankılanmaya devam ediyor.
Kaynak: Lütfi AYHAN
UYUŞTURUCU BAHANE PETROL ŞAHANE