Hicri yeni bir yıla daha girdik (1 Muharrem 1447) Kimliğin oluşmasında din, dil, tarih, coğrafya en etkili unsurlardır. Bu unsurlardan biri de milletlerin zamanı belirlemek için kullandıkları takvimlerdir. Biz Türkler İslam öncesi ve sonrası değişik takvimler (fakat en uzun Hicri Takvimi) kullandık.
Tanzimat Dönemi’ne kadar Osmanlı Devleti’nde hicri takvim resmî takvim idi. Yılbaşı 1 muharremdi. Tanzimat Dönemi’nde miladi 13 Mart 1840 tarihi, 1 Mart 1256 Cuma günü Rumi takvimin yılbaşısı kabul edildi. 1926 dan beri de Miladi Takvimi kullanmaktayız.
Takvimle inanç, takvimle kültür, takvimle tarih, takvimle sosyoloji arasında öyle güçlü öyle sıkı bağlar vardır ki bunu anlamadan takvimi anlamak mümkün değildir. Konu ile ilgili yıllar önce Ahmet Haşim’in yazdığı “Müslüman Saati” başlıklı denemesini dikkatlice okumak gerek. Ben bu yazımda rahmetlinin o yazısından bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum:
MÜSLÜMAN SAATİ
“İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. “Saat”den kastımız, zamanı ölçen âlet değil, fakat bizzat zamandır. Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden, ırktan ve an’aneden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslûbuna göre de “saat”lerimiz” ve “gün”lerimiz vardı.
‘GÜN IŞIKLA BAŞLAR IŞIKLA BİTERDİ’
Yabancı saati alışkanlığından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, çeşitli vakitlerin kırmızı, sarı ve lâcivert ateşleriyle yol yol boyalı, büyük bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan 24 saatlik “gün” tanınmazdı. Işıkta başlayıp ışıkta biten, 12 saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mes’ut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vak’alarını bu saatlerle ölçtüler. Gerçi, astronomi hesaplarına göre bu “saat” iptidaî ve hatalı bir saatti. Fakat bu saat, hâtıraların kutsî saatiydi.
Alafranga saatin âdetlerimiz ve işlerimizde kabulü ve alaturka saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkithanelere bırakılmış battal bir “eski saat” haline gelişi, hayata bakış tarzımız üzerinde korkunç bir tesire sahip olmamış değildir. Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş, kayıtsız dostlardı. Gelen yabancılar ise hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanımaz bir hale getirdiler. Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda altüst ederek, eski “gün”ün bütün setlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni “gün” meydana getirdi. Bu, Müslümanın eski mesut günü değil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve sonu gelmez günüydü.
‘GÜN GÜNEŞİN DOĞŞU İLE BAŞLAR BATIŞI İLE BİTERDİ’
Unutulan eski saatler içinde eksikliği en çok hasretle hatırlanan saat akşamın onikisidir (12) . Artık “oniki”, solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin Müslümanlara hitap ettiği, sokakların lâcivert bir sisle kapandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o tesirli ve titrek saat değildir. Akşam telâkkisinden koparak, kâh öğlenin sıcağında ve kâh gece yarılarının karanlığında mevcut olmayan bir zamanı bildiren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır. Yeni saat, Müslüman akşamının hüzünlü ve şaşaalı dakikasını dağıttığı gibi, yirmidört saatlik yabancı “gün”ün getirdiği geçim şekli de bizi fecir âleminden uzak bıraktı…”
ARTIK GEÇ UYANIYORUZ
Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber akşam da, fecir de bitti. Bir çoklarımız için fecir, artık gecedir. Ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz….”
Kaynak: Lütfi Ayhan
2025 Genel Tarım Sayımı