Hz. Mevlana ”Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından birşey kaybetmez” diyeli yüzyıllar geçmiş üzerinden.
Mumlar bazıları kasılmışlar, kendilerini kenara çekmişler, fasulye gibi nimetten sayılma yolunu seçmişler.
Bir mumun bir diğer mumu tutuşturmasıyla, ortalığın daha fazla aydınlanmasını bir türlü kabullenememişler.
Hep alan el olmaya kalkışılmış.
Veren el olma konusu dillere destanmış lakin, iş icraata dönüşmeye doğru yol alındığında, konuyu ortaya atan, yapayalnız kalmış hep…
El ele vermek..
Bir ve beraber olmak…
Yardımlaşmak!
Düşeni el birliği ile yerden kaldırmak!
Dost olmak, sırdaş olmak, arkadaş olmak tutuşturulamayan mumlar hanesine eklenmiş birer, ikişer!
Mum dibine ışık vermez diye de bir laf uydurmuşlar hep birlikte! Bu lafı da dolayısıyla pek sevmişler!
Mum dibine neden ışık vermez sorusunu sormaya cesaret edememişler çünkü…
Mumum başka mumları tutuşturmaya niyeti yoksa, hasisse, kıskançsa, kendini beğenmişse, kapıma gelsinler, yalvarsınlar, bir bakayım, işime gelirse neden olmasın diyorsa, ışığından bir şey kaybetmeyeceğini bildiği halde böyle davranıyorsa neden böyle yapıyor, davranıyor diye sorgulamamışız!
O mumlara hayran kalmışız, bire bin katıp anlatmışız özelliklerini, şehir efsaneleri oluşturmuşuz, mum dediğin böyle olacak diye!
Mumlar mumları tutuşturduğunda karanlıklar aydınlığa dönüştüğünde, ortalık gündüz gibi olduğunda, her mumun gizlediği, sakladığı, açığa çıkarmak istemediği her ne varsa ortaya çıkmaz sanmışız!
Bir mum tek başına yandığında dibine ışık veremeyeceğini, saklanan, gizlenen ne kadar olumsuzluk varsa ortaya dökülemeyeceğini görmezden gelmişiz!
Mum ışığı nazlı bir ışıktır oysa… Bir kaç tanesi bir araya geldiğinde okuyabilirsiniz, yazabilirsiniz.
Mum yumuşamanın bir nişanesidir. Gönüllerin yumuşaması, mumla anlatılmıştır. Mum katı kalplerin, taş kalplerin, Nuh deyip Peygamber demeyen inatçıların ve kindarların muma benzeyen erimeyle, kalplerinin direnmelerden vazgeçmesine nispet edilmiştir.
Mum yanmayan, tutuşturulamayan ne varsa tutuşturan bir nesnedir. Mumluğundan, mütevaziliğinden, vermiş olduğu ışığından hiç bir şey kaybetmeyeceğini bilenler için de örnek olarak verilmiştir.
Mum yanmadan önce bir başkadır, yandıktan sonra bir başka, yaktıktan sonra daha da bir başkadır.
Mum gönüllerin yumuşamasının tam odağındadır.
Gönüllerin yumuşaması öyle bir hadisedir ki, anlatmak kolay bir mesele değildir.
Gönül mum gibi yumuşadı mı, kırgınlıklar biter, öfkeler diner, ayrılıklar kavuşma günü olur, türküler şenlenir, şarkılar meltem rüzgarı misali eser gönüllere, sevgi kanat çırpıp sevgiden nişaneler serper her köşeye-her bucağa, savaşlar biter, gözyaşları sevinç gözyaşlarına dönüşür, asık suratlılar, gülümsemeye başlar bir anda, her mevsim bahar olur, güller açar, bülbüller en güzel şarkılarını söylemeye başlar gülizarlarda, senlik-benlik biter, huzur gelir kainatın her köşesine…
Yeter ki, gönüller mum gibi yumuşasın denmiştir!..
Kızmak, çekiştirmek, dedikodu yapmak aklınızın ucundan bile geçmiyorsa, içinizde sevgiden ve hoşgörüden başka bir duygu bulunmuyorsa, “Aman Yarabbi, cennette miyim demeyecek misiniz?”
Hz.Mevlana’nın duasına kulak verilmeli, sevgili okurlar!
” Yarabbi kalplerimizi mum gibi yumuşat” demişti de,
Kalp ne?
Mum ne?
Kalplerin yumuşaması ne?
Diye birgünden bir güne sorgulama gereğini hissetmemiştik!
İşte şimdi tam o günlerdeyiz. Her şeye mum olmanın değil, mumların mumları tutuşturmasının, yanmayan tek bir mum dahi kalmaması için yana-yakıla yollara düşmenin zamanındayız.
Çünkü, mumlar mumları tutuşturmadan, ne dost olabileceğiz, ne arkadaş, ne kardeş. Ne bir olabileceğiz, ne de beraber!
Tohumdan arz ve arş’a…