Komşumuz İran, büyük ve köklü bir devlettir. Tarihin derinliklerinde, Pers İmparatorluğu olarak yer almış bu devletle, bugünkü sınırlarımız, 1639 da, Padişah IV Murat zamanında yapılan Kasrı Şirin anlaşmasıyla oluşmuş ve şimdiye kadar hiç değişmemiştir. Bu, tarihte çok ender görülen bir sınır anlaşmasıdır ve sınırın uzunluğu yaklaşık 450 km’dir.
İran, yaklaşık 1 650 000 km2 büyüklüğündedir ve yaklaşık 82 milyon nüfusu vardır. Nüfus bakımından ülkemize yakındır fakat toprak bakımından neredeyse Türkiye’nin 2 katı büyüklüğündedir. Bu büyük ülkeyle ülkemiz, 378 yıldan beri hiç savaşmamış. Bu sebepsiz olamaz. Köklü sebepleri var. Belki öteki sebepleri ihmal ederek belirtmeliyiz ki, İran’da Farslardan (İranlılar) sonra en büyük soy grubu Türkler’dir. Yaklaşık 82 milyon İran nüfusunun, Avrupa kaynaklarına göre % 25’i Türkler’dir. İran’daki İran vatandaşı Türklere sorarsanız, nüfusun % 40’ı Türk’tür. Bu da yaklaşık 32 milyon yapar. Türkler’in büyük çoğunluğu, kuzey-batı İran’da yaşarlar. Bu bölgenin merkez şehri ve İran’ın 2. büyük şehri Tebriz’dir (Nüfus 1,6 milyon). Tebriz’e bir geç akşam saatinde ulaşıp (2010 yılında) otelin resepsiyonuna endişeyle “2 kişiyiz, yeriniz var mı?” diye sorduğum zaman, siyah başörtülü, iri siyah gözlü güzel kızın arı bir Türkçeyle, “yer var efendim, buyurun” demesini zevkle hatırlıyorum.
Otomobille Azerbaycan’ın en güneydeki sınır şehri (şehari) Astara’dan İran’a geçiş yapmıştık. İran’a o zaman da vizesiz geçiliyordu. Sanırım şimdi de vize yok. Ne var ki Azeri kardeşlerimiz hala bize vize uygularlar. Otomobil için de zorluk çıkardılar ve biz onu Astara’nın Azerbaycan tarafında bırakarak, İran tarafına geçtik. Astara’da bize yakınlık gösteren bir İranlı Türk, arabasıyla şehri gezdirdi. Astara’dan Tebriz’e (yaklaşık 470 km) taksiyle gittik. Taksinin bu mesafe için 35 dolar ücret aldığını söylemem lazım. Bu inanılmaz ucuzluğun, ülkenin bir petrol ülkesi olmasına bağladık. Bu uzun yol boyu tamamen aydınlatılmış. Bu insanda bir zenginlik etkisi yapıyor. Tebriz, tarihi ve büyük bir Türk şehri. Ekmek kuyruklarındaki insanlara, “darlık mı var?” diye sorduğumda, “hayır, kaliteli ekmek” dediler. Ana caddenin kaldırım kenarlarında açıktan akan yağmur suyu kanalizasyonları kirli akıyordu. Bu çok dikkatimi çekmişti. Bütün esnaf Türk, dükkanına girip Farsça bir şey isteyen birine esnaf, “neden Türkçe konuşmuyorsun?” diye sorunca müşteri, “ben Fars’ım, Türkçe bilmem” diye cevap verince esnaf biraz mahçup olmuş. Zira ülke İran ülkesi.
Isfahan’da bir öğrenci grubuna uluorta Türkçe daldım, 5-6 kişiden 2’si Türk’tü. Tebrizli öğrencilerdi. Akşam yemeğinde, erkek şarkıcı (kadın şarkıcı yasak) bir Türk grubunun yemek yediğini öğrenmiş olacak ki, birden kulaklarımız “mavi mavi masmavi” melodisiyle doldu. Güzel bir jestti. Böyle pek çok güzel anılar yaşatan İran ve orada yaşayan 30 milyondan fazla Türk, Türkiye için tabii çok önemli. İran 82 milyon nüfusuyla, nükleer enerji teknolojisiyle bölgenin en önemli ülkelerinden biri. Şimdi Barzani krizinde de, bu ülkeyle işbirliği içindeyiz. Son cümlem: İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney bir Türk’tür ve çok güzel Türkçe konuşur. Biliyor muydunuz?
Saygılarımla.
Konya’da onlarca insan ölebilir..