Konya AÇIK 22°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
TORKU BİSKÜVİ

Gerçek benlik, kalabalıklar içinde değil; yalnızlıkta inşa edilir

Günümüzde modern çağın insanı artık yalnızca var olmakla yetinmiyor; görünmek, beğenilmek ve kabul edilmek istiyor. Tabi bu durumun ortaya çıkmasında kitlelere kolayca ulaşmayı sağlayan bireyleri adeta birer televizyoncu gibi içerik üretmeye zorlayan sosyal medyanın etkisi çok büyük. Bu noktada artık kitle iletişim araçları olan televizyondan sosyal medyaya kayan izler kitle sosyal medyada yer alan içerikleri tüketmeye hızla devam ediyor. Bu içerikleri tüketirken kendine sunulan veri seri üzerinden seçimlerini yapıyor. Fransız düşünür Guy Debord’un kavramsallaştırdığı “Gösteri Toplumu”, ise günümüz medya düzenini anlamak için hâlâ en güçlü teorik anahtarlardan biri. Çünkü artık gerçeklik, deneyimlenen değil, gösterilen şey haline gelmiş durumda.
Bu düzende birey, medya aracılığıyla kendi benliğini sunar; ama bu sunum, çoğunlukla sahici olmaktan uzaktır. Sosyal medya, bu çağın vitrini konumu ile bireylerin kendi “markası”nı yarattığı, filtrelerle süslediği, anlarını parçalayıp estetikle donattığı bir alan. Fotoğraf karelerinde gülümseyen, başarılarını sıralayan , sevinçlerini paylaşan insanlarla dolu. Ama acılarımızı, kırgınlıklarımızı, yetersizliklerimizi sosyal medyadan daha doğrusu toplumdan saklıyoruz. Gerçek benliğin yerine “sunulabilir benlik” geçiyoruz. Bugün tam olarak yaşadığımız ise Erving Goffman’ın “gündelik hayatın dramaturjisi” dediği şey, artık bireyin kendi kendisinin halkla ilişkiler sorumlusu olmasına evrilmiş durum ile karşı karşıyayız. Gündelik hayat rutinlerinden uzak paylaşım yapan insanlar hiç yaşamadıkları bir hayatı sosyal medyada paylaşırken ait olmadıkları sosyal sınıfa ait postların yanında adeta ahlak aforizmalarıyla yargı dağıtmaya devam ediyor. Sosyal medyanın karanlık yüzü kitleler tarafından pek görülmek istenmiyor.
Ta ki Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşen sosyal medya fenomeninin gösteri uğruna kendini açlığa mahkum ederek hayatını kaybetmesi ile gündeme gelene kadar. Medyanın sunduğu kadın imgesine uymak isterken kantarın tozunu kaçırıp sunulan seri üretim hayat standartlarının dışına çıkarak kendi hayatından olan kadar. Medyada sunulan hayatlar seri üretim bandından çıkmış gibi topluma sunulurken Theodor W. Adorno’nun “kültür endüstrisi” eleştirisi, bu durumu daha yapısal biçimde yorumlaması açısından dikkat edilmesi gereken bir noktayı gözler önüne seriyor. Adorno’ya göre modern medya, bireyin özgün kültürel üretimini bastırırken yerine kitlesel olarak üretilmiş hazır anlamlar koyarak tüketime teşvik ediyor. Bugün sosyal medya da, bu endüstrileşmiş kültürün birey eliyle yeniden üretildiği bir düzleme dönüşmüş durumda. Birey, özgün bir benlik yaratmaktan çok, algoritmaların sunduğu popüler kalıplara göre “var olma çabasına girerken, sosyal medyada sunulan hayatlar seri üretim ürünleri gibi bir örsüzlük içinde çoğalmaya devam ediyor. Sosyal medyaya baktığınızda herkes benzer şeyleri paylaşıp, benzer imgeleri takip ederken , benzer hayatlara özlem duyuyor. Bu anlamda toplumun rızası sosyal medya aracılığı ile üretilmeye çalışılırken toplum üzerinde bir hegomanya kurulmaya çalışarak düşünce ve davranış kalıplarının değiştirilmesi amaçlanıyor.
Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramı da bu bağlamda oldukça önemli. Gramsci’ye göre egemen sınıflar, sadece zorla değil, rıza üreterek de iktidarlarını sürdürmekte. Medya, bu rıza üretiminin en etkili araçlarından biri. Bugüne baktığımızda sosyal medya üzerinden bireyler, baskıcı bir sistemin dayattığı güzellik, başarı ve yaşam formlarını gönüllü olarak içselleştiriyor. Başkaları için süslenen benlik, aslında sistemin ideolojik beklentilerine uygun hale getirilen bir “maskeye” dönüşmüş durumda. Kendi hayatlarımızın vitrin tasarımcıları olurken, kimin rafına çıktığımızı fark etmiyoruz bile. Hayatını dayatılan hegomanya içerisinde bir gösteriye dönüştüren bireyler,“Gerçekliğin yerine geçen temsilini koyarak artık yaşamak için değil, paylaşmak için yaşıyor.
Bir manzaranın güzelliğini görmek değil, onu nasıl kadrajlayacağı daha önemli hale geliyor. Bir dostla kahve içmek değil, o kahveyi Instagram’da nasıl sunacağımız belirliyor o anın değerini. Gerçek, yerini gösteriye bırakıyor. Medya ise bu gösterinin düzenleyicisi ve çoğaltıcısı konumunda yer alarak hâkimiyeti elinde bulunduruyor. Böyle bir ortam ise doğal olarak bireyin kendi benliğine yabancılaşmasını beraberinde getirirken . Gerçek duygularını bastırmasına dijital beğeniler uğruna yapay imgeler yaratarak , kendi hayatının seyircisi haline gelmesine sebep oluyor. Beğeni almak, paylaşmak, görünür olmak bir tür bağımlılığa dönüşüyor. Ancak bu bağımlılık, ruhsal boşluğu doldurmadığı gibi, kişiyi daha da yalnızlaştırıyor. Elbette bu döngüyü kırmak mümkün. Medyayı sadece bir araç olarak görmek, benliğin reklamını değil, ilişkilerin samimiyetini ön plana almak gerek. Gramsci’nin önerdiği gibi, eleştirel bilinç geliştirerek, sunulan normlara rıza göstermemek; Adorno’nun uyardığı şekilde, kültürün ticarileşmesine karşı yaratıcı ve özgün biçimde direnmek mümkün. Çünkü gerçek benlik, kalabalıklar içinde değil; sessizlikte, yalnızlıkta ve sahicilikte yeniden inşa edilebilir.

0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

EEEE… “Kendi düşen ağlamaz, ama iki gözü birden çıkar…”

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0