Konya, tarihin ve maneviyatın kalbinde duran, Mevlana’nın hoşgörüsünü taşıyan, kültürel ve coğrafi zenginliğiyle hak ettiği değeri tam anlamıyla göremeyen bir şehir.
Bunların yanında başta Seydişehir olmak üzere tabiat harikası ilçeleri ile dağ ve yayla turizminin başkenti olacak güzelliklere sahip.
Ne acıdır ki bugün, şehrimize gelen turistler ne burada konaklıyor ne de esnaftan alışveriş yapıyor.
Oysa Konya, sadece bir geçiş noktası değil; yaşanması, hissedilmesi ve keşfedilmesi gereken bir yerdir.
Konuya hakim kurumların yaptığı açıklamalara göre, turistlerin Konya’ya ayırdığı zaman 1.5 saat.
Mevlana Türbesi’ne bir buçuk saatlik bir ziyaretle Konya anlatılamaz, anlaşılamaz.
Çünkü bu şehir sadece Mevlana’dan ibaret değil; Selçuklu mirasıyla dolu sokakları, tarihi çarşıları, geleneksel mutfağı ve sıcakkanlı insanlarıyla, tabiat harikası ilçeleriyle çok daha fazlasını hak ediyor.
Fakat tur şirketleri, kafileleri hızlıca Mevlana Müzesi’ne götürüp ardından başka illere yönlendiriyor.
Ziyaretçilerin şehri hissetmesine, yerel kültürü deneyimlemesine fırsat tanımıyor.
Dolayısı ile, esnaf kazanmıyor, şehir kaybediyor…
Turizm ve turistten kazanan ne otelci var ne lokantacı, ne de küçük esnaf. Rehberlerin yönlendirdiği birkaç dükkân dışında alışveriş yapılmasına izin dahi verilmiyor.
Tur şirketleriyle yapılan özel anlaşmalar, yerel ekonomiyi baltalıyor. Oysa şehrin kalkınması, tüm paydaşların el birliğiyle kazandığı bir turizm anlayışıyla mümkün olabilir.
Etkinlikler Umut Veriyor, Ama Yetmiyor…
Belediyenin düzenlediği Bedesten Alışveriş Günleri, gastrofest ve Müzik Festivali gibi organizasyonlar, kısa süreli yerli halkı dışarı çekiyor, alışverişi canlandırıyor.
Bu tür etkinliklerin sürdürülebilir hale gelmesi, ulusal hatta uluslararası tanıtımının yapılması gerekiyor. Ancak kalıcı çözümler için turizm planlamasının kökten değişmesi şart.
Dağ ve Yayla Turizmi: Konya’nın Gizli Hazinesi…
Bugün Konya’nın turizmi neredeyse tamamen Mevlana Türbesi çevresinde dönüyor. Ancak Konya’nın doğasında keşfedilmeyi bekleyen bambaşka bir dünya var:
Kuğulu Park, Kocakoru Tabiat parkı, Gökcehüyük Göleti civarı, Ağaçtepesi, Gökhüyük tarihi kalıntıları ve buna benze onlarca tabiat harikası ile başta Seydişehir olmak üzere, Hadim yaylaları, Bozkır dağları, Beyşehir’in doğası, Derebucak mağaraları…
Bunlar turizm açısından hâlâ bakir kalmış alanlar. Doğa yürüyüşleri, kamp alanları, eko-turizm gibi yeni nesil tatil anlayışlarına uygun rotalar oluşturularak Konya’ya bambaşka bir soluk kazandırmak mümkün.
Turizmde adalet, sadece büyük şehirlerin kazandığı, yerel esnafın dışlandığı bir sistemle sağlanamaz.
Konya gibi Anadolu şehirleri için konaklama şartı getirilmesi, sadece ekonomiyi değil, kültürel aktarımı da destekler.
Konya bir durak değil, bir menzil olmalı. Şehir, geleni uğurlamak için değil, ağırlamak için hazırlanmalı.
Esnafın feryadı duyulmalı; dağları, yaylaları, köyleri, tarihi ve kültürel değerleriyle Konya bütüncül bir turizm stratejisine kavuşmalıdır.
Sadece türbeye değil, şehre gelen turist, buradan hem hatıralar hem de alışveriş torbalarıyla ayrılmalıdır.
Konya’ya gelen geçmesin, Konya’da kalsın.
Kaynak: Abdullah LEBLEBİCİ
MERKEZDEKİ ÇÖKÜNTÜ ALANLARI