Konya AÇIK 33°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
TORKU BİSKÜVİ

Bu Hikâyenin Kahramanı Siz Olun

Bu hikâyedeki kahraman hayali bir kişidir: Ahmet’tir, Metin’dir, Ayşe’dir, Fatma’dır. İsmin önemi yok, önemli olan sizsiniz. Anlatılanı kendinize uyarlayın. Hikâyenin daha tesirli olması için hikayedeki kahramanın yerine kendi isminizi yazın sonra hikâyeyi bir daha okuyun. Hikâyeyi beğenirseniz bu seferde kahramanın yerine değer verdiğiniz, sevdiğiniz birinin ismini yazıp ona gönderin. Hikâye şöyle:

Abdullah o sabah, sabah namazını camide kılmak için erkenden kalktı. Abdestini aldı, camiye doğru revan oldu. Onu camiye götüren şey, dün radyoda dinlediği Peygamberimizin şu hadisiydi: “Bir kimse sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra (mescitte) oturup işrak vaktine kadar zikir ile, tefekkür ile meşgul olursa, sonra da iki rekât (işrak) namazı kılarsa, bir hac ve umre sevabına nail olur.” (Tirmizî)

Bu müjde onu gayrete getirmişti. Allah’ı zikrederek camiye vasıl oldu. İçeride 8-10 kişi vardı. Onlar bu kutsal vakitte başları önde, gözleri kapalı, tefekkür hâlinde idiler. İmam namazı kıldırdı, ardından tespih çekildi, dua edildi. Cemaat dağıldı. Abdullah ise hadisteki müjdeye nail olmak için bir köşeye çekildi. Tefekküre başladı: Kâinatı, ezeli-ebedi hayatı, kabri, cenneti, cehennemi düşündü. “Hiçbir şey yokken Allah vardı. O, kendi varlığını tanıtmak ve insanlara sonsuz bir hayat ve nimetler bahşetmek için evreni, galaksileri, yıldızları, ayı, güneşi, zamanı, mekânı… yarattı. Sonra dünyayı, ardından insanların ruhlarını yarattı. Onları ruhlar alemine yerleştirdi. Ruhları bu alemden, sırası ile baba sulbüne, ana rahmine, oradan da bu dünya denilen misafirhaneye gönderdi. Buradan sonraki duraklar ise kabir, haşir, mizan, sırat, cennet veya cehennem olacaktı…”

Abdullah, tefekküre devam etti: “Ben 65 yıldır bu misafirhanedeyim. Annem, babam, dedelerim, ninelerim, akrabalarım… Hepsi bu dünyayı terk etti. Peygamberlere, sahabelere kalmayan dünya bana mı kalacak? ” diye derin derin düşündü.

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK NASIL OLUR?

Sonra, tasavvuf ehli bir arkadaşının tavsiyesi aklına geldi: “Ölmeden önce ölün”
sözlerini hatırladı. Gözlerini kapattı ve kendini ölüm döşeğinde hayal etti. Büyük bir acı çekiyor, yanında eşi ve çocukları gözyaşları içinde ona bakıyordu. Kimisi ona kısık bir sesle” La ilahe İllallah” sözünü telkin ediyor, kimisi içinden dua okuyordu. Abdullah artık can vermek üzere olduğunu hissetti. Ve Rabbine sığındı: “Allah’ım, ölüm anımda beni şeytanın ve nefsimin şerrinden koru ki son sözüm kelime-i tevhid olsun.” Dedi. Sonra kendisini ölmüş olarak hayal etti: Çocukları ağlarken, bir yandan onu soyup kefene hazırlıyorlardı. Artık o bir mevtaydı; gözü görmüyor, kalbi atmıyordu. Ardından sela verildi, cenaze hazırlandı. Musalla taşına kondu. Hoca, ölümün hakikatini hatırlattıktan sonra cemaatten helallik aldı. Cenaze namazı kılındı, tabutu mezara götürüldü, toprakla örtüldü. Bu işler yapılırken Kur’an okundu, dualar yapıldı. Herkes mezarın başından uzaklaştıktan sonra hoca telkin verdi verdi. Yani rahmetli Abdullah’a son hatırlatmayı yaptı:
“Ey Fatma oğlu Abdullah! Hatırla, sen Müslümansın. Rabbin Allah’tır, dinin İslam’dır, kitabın Kur’an’dır, kıblen Kâbe’dir…” Biraz sonra gelecek olan Münker be Nekir Meleklerine böyle cevap ver” dedi. Münker ve Nekir geldi, sorularını sordular. O, cevapları bilmesine rağmen günahlarından ve kul haklarından dolayı dili tutulmuştu. Korkusu arttıkça “İyyake na‘budu ve iyyake nesta‘în” ayeti aklına geldi, fakat onu da okuyamıyordu.

Tam bu sırada bu dünyada iken beraber sohbet ettikleri, birlikte ibadet yaptıkları, zikir çektikleri dostları, mürşidi ve ihvanları ile sahabeler, Salihler, Peygamber Efendimiz ona hayalen göründüler ve ona seslendiler; “Ey Abdullah! Meleklere şöyle cevap ver: Rabbim Allah, dinim İslam, kitabım Kuran, kıblem Kâbe. Ben imanın 6 esasına inanıyorum” de. O’da buna uyarak öyle dedi ve büyük imtihanı kazandı. Abdullah o günden sonra her gün sabah namazına camiye gitti. Namazdan sonra ‘ölmeden önce ölün’ emrine uyarak tefekkür ve tezekkür etti. İşrak’a kadar “ sırası ile yüzer defa Estağfurullah, Lâ ilâhe illallah, Allahümme salli ala Muhammed dedi. Yüz defa İhlas Suresini okudu. Yüz defa da Allah zikrini söyledi.” Abdullah her sabah bunları tekrarlayınca gönlü ve ruhu itminana erdi. Darısı bizlere.

Kaynak: Lütfi AYHAN

0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Aydınlatmanın Onurlu Yolcusu… Yeni Meram 76 Yaşında…

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.