Kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyene ne denir?
Osmanlı, böyle insanlara, “Huluskâr” demiş!
Bizler ise zaman içinde, bu kavrama çok şeyler eklemişiz!
İşini gördürene kadar, kendine çıkar ve menfaat sağlayacaklara aşırı saygı gösterenlere!
Dozunu kaçıracak kadar hayranlık duyduğunu alenen ilan edenlere!
Zaman zaman oldukça abartan ve abarttıkça saçmalayanlara!
Yaranmak adına şaklabanlık, yağcılık, yalakalık ve yağdanlık yapmayı mubah görenlere!
Yalanı da işlerine dahil etmekte sakınca görmeyenlere, düzenbazda demişiz!
Hilekâr da!…
Bu anlatımlar, “Gemisini yürüten Kaptan” deyimiyle de, birebir örtüşüyor.
Gemilerini havada, karada, fırtınada, zelzelede, selde, yangında yürütenler, her devirde, her dönemde, her felakette gemileri batmayanlar!
Günün değil, her günün, her devrin, her dönemin adamları!
Zamanımızda böylelerinden her şehirde var!
Nasreddin Hoca’yı, öne sürüp Timur’ a gönderen, otağın kapısına varıldığında bir anda kaybolanlar da onlar!
İyi olursa biz gönderdik, biz cesaret verdik, biz yüreklendirdik!
Kötü olursa, biz ona gitme demiştik, yapma etme demiştik, yemin olsun kendiliğinden gitmiş, bizim bu işte bir dahlimiz yok diyenlerin izinden gelenler!
Menfaat ve çıkarın olduğu yerde, çiçeğini, çikolatasını kaptığı gibi, sabah ezanı sonrasında kapılarda bekleşenleri hiç mi, görmediniz?
Ya da Ankara yollarına ilk düşenleri, ilk tebrik sırasına girenleri, ilk ulaşanları, ilk buluşanları bilmiyor musunuz?
Dün başka kapılarda da aynı görüntüleri sergilemişlerdi.
Merak etmeyin, 15 Temmuz sonrasında demokrasi nöbetlerinde istisnasız hepsi Mevlana Meydanındaydılar. Kimi merak ediyorsanız, en çok paylaşım yapanların arasında, siyasetçilerle en çok selfie çekenler arasında, bana bakın, beni görün, ben buradayım işte, beni gördünüz değil mi, dercesine, kendilerini işaret edenler arasında arayın arayacaklarınızı!
Çünkü bu huluskârlar, lehlerine olduğunu düşündükleri her yerde en öndeler!
Atıyla, arabasıyla neden birdenbire koşmaya başladıklarına önceleri anlam verilemeyen, asıl maksat ve niyetlerinin aradan az bir zaman geçtikten sonra anlaşıldığı insanların olaylarına sanki hiç şahit olmadınız?
Ben gemileri yaktım diyenlere, hayırdır, ne oldu, durup dururken neden yaktın o gemileri diye de soran olmadı çünkü!
Seçilemeyeceğini milyon kere bildiği halde aday adayı olanlara, hayırlı olsun derken, durum belli şansının olmadığını bile bile bu ne iş, hayırdır inşallah da demediniz, herhangi bir şey de sormadınız tabi ki!
Biz sebebini işleyelim de diye atılan adımları, sebep kavramına dayandırılan niyetleri de bilmiyorsunuz değil mi?.
İster ticari, ister siyasi menfaat ve çıkar rüzgarlarının esiş yönüne göre hareket edenler, her devirde kendilerine bir yer bulmakta güçlük çekmediler!
Buna her dönemde mutlaka yaranacak birilerini bulmak, yerini sağlamlaştırmak, sonrasında her yeni dönemde deniz ne kadar dalgalı ve fırtınalı da olsa gemilerini yürütmeyi başarmak deniyor.
Yaranmak denen kavram, herkesin yapabileceği bir şey değildir. Çünkü, eğilmesini bilmeyen insan yaranma yolunda değil yürümek, adım bile atamaz!
Çok kaliteli, çok müteşebbis, çok samimi insanlar yaranmasını bilemediklerinden, hayallerine kavuşamadılar lakin, samimi görüntülerini samimiyet olarak kabul ettirenler ne gözden düştüler, ne de tahttan indiler!
Yaranma kavramının geniş yelpazesi içinde koşturan, yol üstüne yol bulan, köprüler inşa eden, önce yerini sağlamlaştırıp, ardından basamakları birer ikişer çıkan insanlara, bugüne kadar tepki gösterebilseydik, yaranmak kavramı tarih olur, o defter bir daha açılmamak üzere kapanır giderdi!
Biz ise yaranarak bir yerlere tutunan, ilerleyen, bu işte yıldızı parlayan insanlara hayranlık duymaktan kendimizi alamadık!.
Onları anlattıkça ağızlarımız kulaklarımıza varırken, zenginin malı züğürdün çenesini yorar sözünü pas geçtik! Helal olsun arkadaş! demekten ayrı bir zevk ve keyif aldık!
Kimse alınmasın amma; Yalancıları, palavracıları, atan-tutanları, ağzı laf yapanları, edepsizce bağırıp çağıranları, iyi sövenleri, kendi çıkarı için temenna çekenleri, yarı beline kadar eğilenleri, çıkarcıları, kişisel menfaatlerini her şeyin üzerinde tutanları hep sevdik, onları gördüğümüzde yüzümüzde güller açtı, neşemiz yerine geldi, moralimiz düzeldi!
Ne yapacaktı yani! Adam yapılması gerekeni yapıyor, ben takdir ediyorum arkadaş diye savunmaktan da geri durmadık!
Zamanımızın huluskârlarının vefasızlıklarını bile hoş görüp, kendimize de ucundan kenarından bir pay çıkarıp anlattıkça şehir efsaneleri doğmasına neden olduk!
Öyleyse bu şikayet neden?
İnanın, Nasreddin Hoca gibi birini arıyoruz, onu teşvik edip, sırtını sıvazlayıp göndereceğiz, sonra her zaman olduğu gibi arkasında durmayıp, ben görmedim, ben duymadım, hiç haberim yoktu, vah vah öyle mi olmuş, başka ne olmuş-ne bitmiş diye hep beraber seyir bakacağız!
Anlayacağınız, “Huluskâr olanları alkışlamaya, huluskâr olsun da çamurdan olsun!” demeye devam edeceğiz sevgili okurlar!
Mağdur Kuyruğu
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.