Yüz akımıza nasılda yüz karası diyerek giriş yaptığımı gelin biraz konuşalım. Göbeklitepe belki de bizim için en şaşırtıcı kalıntılardan bir tanesi… İnsanlık Çatalhöyük, Mısır piramitleri ve Stonehenge gibi kalıntıları konuşurken, tartışırken Göbeklitepe tarihiyle beraber çıkageldi. Öyle ki bu yapılardan tam 7000 yıl eski… Bilim insanlık tarihini ilk önce yerleşime sonra ise tarıma geçtiği şeklinde yorumluyor. Peki ilk yerleşimi MÖ7400′ lerde kabul görüyorsa nasıl olur da daha yerleşmemiş, tarıma geçmemiş bir toplum böylesine bütün bir tapınak silsilesi oluşturabiliyor ya da yerleşime mi geçilmişti? Bir tapınak yapıyorlarsa nasıl bir inanç sistemleri vardı? Nasıl olurda bu kadar eski bir zamanda insanlar örgütlenip tapınaklar yapıyor, taşlara resimler çiziyor? Nasıl bir yönetim sistemleri vardı ki kamusal bir alan oluşturabiliyorlardı? İşte bütün bunları ardından sürükleyip getiren ve tarihe yeni bir pencere açan Göbeklitepe’nin ta kendisi. Şimdi burasının önemini anlatmışken dönelim yazınının ana konusuna. Nasıl keşfedildi Göbeklitepe? Şimdiki adı ile Göbeklitepe aslında Şanlıurfa için her zaman dini ritüellerin yeri olmuştur. İnsanlar bu tepe üzerinde kurban keser, dua ederdi. Peki, neydi insanları bu tepeye çeken? Bilinmez! Ya insanları buranın enerjisi çekiyordu ya da bu gelenek 12 bin yıldır sessizce sürüyordu. Seneler önceye gidelim… 1986 yılında çiftçi bir amcamızın Şanlıurfa’nın ücra bir köşesinde tarlası vardır. Normal günlük yaşamında işlerini ilerleten amcamızın eline bir taş geçer. Amcamız devlete kirli taş gitmez der; alır yıkar güzelce sonra da yükler at arabasına zor bela gider Urfa arkeoloji müzesine. Varır müdürün kapısına anlatır derdini bir bir. (Geldik işte yüz karamıza) Lakin Müze Müdürü Amca’mıza: “Bu hiçbir işe yaramaz sıradan bir taş parçası, at çöpe gitsin.” der. Amca hiç beklemediği bir cevap almıştır. Zorlukla getirdiğini ve tekrar götüremeyeceğini söylemiş ve bunun üzerine depoya götürülmesine karar verilmiştir belki de Dünya’nın tarihini değiştirecek o taş parçasının. Aradan yıllar geçer o zamanlar Urfa’da Alman Araştırmacı-Arkeolog Klaus Schmidt çeşitli araştırmalar yaparken ülkesine dönmeden önce arkeoloji müzesini ziyaret etmek ister ve yolu arka odalardaki o hazinenin saklı olduğu depoya düşer. Bir de ne görsün bir taş! Ama sıradan bir taş değil belli. Hemen apar topar amca bulunur yer araştırılır lakin bir şey bulamazlar. Alman Arkeolog o kadar emindir ki bir mucizenin olacağından oldukça heyecanlıdır ve asla vazgeçmez. Çünkü bilir ki Amerikalılar 1963 de Urfa civarlarında yığma bir tepenin olduğunu araştırmış, bulmuş ve kayıtlara geçmişlerdir. Dur durak bilmeden çalışmalara başlar, kendi cebinden para harcayıp tekrar tekrar dener. Böylece aylar geçer fakat hiçbir kalıntıya ulaşamaz o taş parçasından başka. Lakin kader budur ya tarih elbet gün yüzüne çıkacak bir kapı bulur. 2 yıl sonra amcamız tarlasını sürerken yine bir taşa denk gelir dener dener çıkaramaz. İtekler, kazar, sallar ama nafile. Alır eline balyozu başlar vurmaya başı kırılır ama besbelli kökü derinde. Aklına çalışmalarını sürdüren Arkeolog gelir ve yetkililerle iletişime geçerek haberdar edilir. İşte böylece gün yüzüne çıkar tarih. Çalışmalar büyük bir heyecanla devam eder ve gün be gün tarih değişmeye başlar. Peki, neydi bizim yüz karamız? Tekrar oraya dönelim sizlerle. Neydi Alman Arkeoloğu Şanlıurfa’nın o ücra köşesine getirten? Neydi o koca tarihi müze deposunda terk ettiren. Nedir o müdürü oraya müdür yapan sistemin adı? Bu noktaya dönüp bakmak gerekiyor. İşte konu dönüp dolaşıyor eğitime, dönüp dolaşıyor insana. Neyse; nedir ne değildir konuşulacak çok konu var belki ama Göbeklitepe serüveni Dünyanın tarihini değiştirdi bile. Aslında bakılırsa Göbeklitepe’yi biz keşfetmedik o keşfedilmeyi seçti…
Hırsızlık Değil mi?