■ Bende-i yek merd-i rûşen dîl şevî
Bih ki ber ferk-i ser-i şahân şevi
Gönlü aydın bir adama bende olman, Padişahların başına taç olmandan iyidir.
( Hz. Mevlana)
***
Hz. Mevlana’nın saygıdeğere eşleri anlatır;
■ Bir gün namaza durdu. Kur’an-ı kerim okuyor, bir taraftan da gözlerinden yaşlar akıtıyordu. Evdekilerle birlikte onun bu hâline hayretle bakıyorduk. Namazdan sonra her zamanki gibi tesbihini çekip duasını yaptı. Onun bu hâli beni çok etkiledi ağlamaya başladım ve sonra sordum;
” Ey efendi, biz günahkârların ümidi sensin. Bu kadar çok ibadetinle, böyle korkar, ağlar, yalvarırsan, biz bu tembel hâlimizle kıyamette ne yaparız?
Önce yemin etti, sonra konuştu;
“Allahü teâlânın bana verdiği nimetlerin, ihsanların yanında benim yaptığım ibadet, yalvarışlar ve bütün hareketlerim, ziyade kusûr ve nihâyetsiz eksiklikten başka bir şey değildir. Bütün bu korku ve yakarışlarımla; “Ey Kerim olan Allah’ım! Benim gibi bir acizin, bir çaresizin kuvveti ve takati ancak bu kadardır, mâzur buyur yâ Rabbî” demek istiyorum. Yoksa Ona lâyık bir ibadeti kim yapabilir?”
…
■ Hz. Mevlana’nın bir duası daha;
“Ey affı çok olan, günahları örten Rabbim, o günahlar dolayısı ile bizden intikam alma. Bize azap etme. Ey mahlûkatın, yaratıkların canlıların ihtiyacını gideren Rabbim! Sen varken hiçbir kimseyi hatırlamak ve ondan bir şey ummak lâyık değildir. Ey ihsanı çok olan Rabbim! Cefa içinde geçip giden ömre merhamet et. Ey affetmeyi seven Rabbim! Bizi affeyle. İsyan derdimize çâre eyle.
Ey yardım isteyenlerin yardımcısı! Bizi hidayete çıkar. Ey âlemin yaratıcısı! Kasvetli, kararmış, katılaşmış adeta taş gibi olmuş olan kalbimizi mum gibi yumuşat, feryadımızı,
Feryadımızı hoş eyle ki rahmetini çeksin.
Yâ Rabbî, hâlimize göre muâmele etme. Kendi ikram ve ihsanına göre muamele et. Kerem
ve lütfünle hidâyet ettiğin kalbi tekrar sapıklığa meylettirme. Ya Rabbi, dua ve yakarışlarımızda sana lâyık olmayan sözleri bilmeyerek söyleyip hatalarda bulunmuş isek, o kelimeleri sen ıslah et ve duamızı kabul buyur. Sözlerin hâkimi ve sultanı sensin…”
***
Huzuruna giren bir genci ayağa kalkarak karşılayan Mevlana, bununla da kalmaz, genci makamına oturtur, kendisi de karşısına geçip yere diz çökerek konuşmaya başlar.
Çevredekiler Mevlana’nın makamını bir çocuğa terk edip de karşısında diz çöküşünü uygun bulmazlar ve itiraz yollu sorarlar.
Hz. Mevlana yerine oturttuğu çocuğa gösterdiği saygının nedenini şöyle açıklar;
-Bu genç, Kuran’ı ezberlemiş hafızdır. Kalbinde Kuran yazılıdır. Siz sokakta üzerinde Allah yazılı kâğıdı görünce saygı göstererek eğilip alıyor, yüksek bir yere koyuyorsunuz da, ben kalbine Kuraan’ın tamamını yazdırmış gence, saygı göstermez olur muyum? Kaldı ki, sizin saygı gösterdiğiniz kâğıt üzerindeki yazıdan çok fazladır kalbindeki Kuran yazıları!
Hz. Mevlana sözlerini şöyle tamamlar;
– Sadece ben değil Allah (cc) da kelamını ezberleyenlere değer veriyor, cennetine almakla kalmıyor, şefaat etme izni eriyor, akrabalarından cehenneme gidecek on kişiye şefaat edip kurtarma hakkı tanıyor!
Bir damla;
Akıp giden zaman içinde bir kafesteyim.
Her türlü amelde çok ahesteyim.
Kabrim beni bekliyorken dünyalık hevesteyim.
Uyandır artık ya Rab belki son nefesteyim.
(Hz. Mevlana)
***
■ Haset, ateş nasıl odunu yer yutarsa iyilikleri yer yutar, mahveder.
(Hz. Muhammed)
■ Kıskancın suskunluğu çok gürültülüdür.
(Halil Cibran)
…
Alkame adındaki genç, Hz. Peygamber zamanında yaşadı; hep oruç tutar, ibadet ederdi. Hastalandı, dili tutuldu, konuşamadı.
Hz. Peygamber haberdar edildi. Hz Ali ile Hz. Ammâr bin Yâsir’i ilgilenmeleri için gönderdi. Onlar, gence Kelime-i Şahadet telkin ettikleri halde, genç söyleyemiyordu Hz. Peygamber Hz. Bilâl-i Habeşi aracılığıyla olayı öğrendi.
– Alkame’nin ana-babası var mı?
– Yâ Resûlallah, ihtiyâr bir annesi var
– Annesini buraya getirin!
Annesine Peygamber efendimiz sordu;
– Alkame’ye ne oldu?
– Yâ Resûlallah, Alkame çok iyidir Hep ibadet ile meşgul olur Amarazı değilim O, hanımının rızasını benden üstün tutuyor.
– Dilinin tutulması bu yüzdendir Ona hakkını helal et de dili açılsın!
– Ya Resûlallah! O benim hakkıma riayet etmedi Hakkımı helal etmem
Bunun üzerine Hz. Peygamber konuştu;
– Ey Bilal! Eshabı çağır, odun getirsinler Alkame’yi yakalım annesi, ondan razı değildir
Kadıncağız bunları işitince yıkıldı;
– Yâ Resûlallah! oğlumu benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim buna nasıl dayanabilir?
– Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır Sen ondan razı olmadıkça, hiçbir tâ’ati makbul değildir
Kadıncağız ağlamaya başlayıp dedi ki:
– Yâ Resûlallah! Ben ondan razı oldum, hakkımı helal ettim.
Sonra oğlunun yanına gitti ve sesini duydu Kelime-i şehadeti rahatlıkla söylüyordu Aynı gün vefat etti Cenaze hazırlıkları yapılıp defnedildi Definden sonra Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma hitaben konuştu;
“Hanımını annesinden üstün tutana, Allahü teâlâ ve melekler lanet eder. Ana-babaya iyilik ve ihsan, evlat üzerine farzdır
Allahü teâlâ buyuruyor ki:
Halife Harun Reşid döneminde Behlül Dana adlı bilge düzgünce kesilmiş tahta parçalarından eve benzer bir şey yapıyordu. Harun Reşidin eşi Zübeyde çalışmalarını görüp ne yaptığını sordu, Behlül yanıt verdi;
– Cennet köşkü yapıyorum efendim!
Dindar bir kadın olan Zübeyde Hanım köşke müşteri çıktı;
– Bu köşkü bana satar mısın?
– İsterseniz satarım.
– Kaç paraya satarsın?
– Sana bir akçeye veririm.
Zübeyde bir akçeyi verip köşkü satın aldı.
Harun Reşid ve eşi düşlerinde kendilerini cennette gördüler. Zübeyde hanım, lüks bir köşkte oturuyordu. Harun Reşid sordu;
– Hanım, köşke ne zaman sahip oldun?
– Behlül’den dün akçeye satın almıştım.
Sabah Harunu Reşid Behlül’ü çağırttı ;
– Bizim hanıma dün sattığın köşkten bir tane de bana yapsana, kaça stacaksın!
– Bin akçeye yaparım .
– Hanıma bir akçeye vermişsin
– Evet bir akçeye verdim Ama o köşkün değerini bilmeden aldı. Sen ise dün gece onun nasıl görkemli bir köşk olduğunu gördün. Ben buna göre fiyat istiyorum.
***
Gazneli Sultan Mahmud, av töreninden dönerken bir köyde, Ayas adlı delikanlı ile tanışmıştı. Ayas’ın söz ve davranışlarındaki farklılık, bunlardan yansıyan zeka parıltıları karşısında Sultan Mahmud, delikanlıda bir cevher olduğunu sezmiş ve onu kendi rızası, ailesinin izniyle sarayına götürmüştü
Ayas, sarayda sultanın emriyle yoğun bir eğitim ve öğretime tabi tutuldu. öğretileni hemen algılıyor, köyden gelmişliğini hissettirmemek için yanlış yapmamaya özen gösteriyordu Sonuçta Sultan Mahmud’un istediği nitelikte bir elaman olarak yetişti ve onun emrine girdi. Kendisine hangi görev verilse hakkından geliyor, hükümdardan tam not alıyordu. Sultan Mahmud Ayas’ı keşfettiğinden mutluluk duyuyor, paye verdiği kimseler içinde en güvendiği gözde oluyordu. Ayas’la aynı konumda vezirler, ve yüksek dereceli memurlar kıskanıyor ileri geri konuşmalarına yol açıyordu.
Sultan Mahmud her şeyden haberdardı. Bir gün vezir ve kumandanlarının katıldığı bir gezi düzenledi. Gezi sırasında yakınlarından geçmekte olan bir kervan Sultan Mahmud’a, Ayas’ın değerini kanıtlamak için aradığı fırsatı verdi. Sultan Mahmud, vezirlerinden birini çağırdı ve dedi ki;
– Git, şu kervan nereden geliyormuş sor!
Vezir gitti sordu ve döndü:
– Sultanım, Çin’den geliyormuş.
– Peki nereye gidiyormuş?
– Onu sormadım efendim!
Sultan Mahmud bunun için bir başka vezir çağırdı ve ona da görev verdi;
– Şu kervan nereye gidiyormuş öğren!
Vezir öğrenip geldi:
– Sultanım Mısır’a gidiyormuş
– Anlaşıldı, yükü neymiş?
– Onu öğrenmedim efendim!
Sultan Mahmud, diğer vezirlerini de denedi ancak, kervan hakkında yeterli bilgi edinemedi. Bunun üzerine mevcut vezir ve diğer yetkililere şöyle dedi;
– Ayas hakkında ileri geri konuştuğunuzu, gözden düşürmeye çalıştığınızı biliyorum Benim Ayas’a değer verişim sahip olduğu engin yeteneklerinden, verilen her görevde gösterdiği ustalık ve beceriklilikten dolayıdır Beşinizin, onunuzun birlikte üstesinden gelemediği bir işi tek başına hak edebilmesi nedeniyledir. En basiti şu kervan hakkında hanginize görev verdiysem yeterli bilgileri edinemediniz. Oysa, daha önce böyle bir konuda Ayas’ı denedim, bir seferde tekmil bilgiyi, akla gelebilecek tüm soruların yanıtını öğrenip beni aydınlatmıştı. Benim Ayas’ı tutmamın, ona farklı işlem yapmamın nedeni budur.
Regaib Kandili