Türkiye’nin neredeyse tümünün depreme maruzdur. Depremler yanında orman yangınları, seller, toprak kaymaları, çığ gibi genel hayata etki eden afetler yaşanmaktadır. Bu afetlerde pek çok can kaybı yaşanmaktadır. Son depremde can kaybı 50’bine yaklaşmıştır. Milyonlarca insan evlerinden işlerinden olmuştur. Doğrudan maddi zararı 35 milyar Dolar, olup iyileştirme ve inşa masraflarıyla bu maliyet iki katı daha artacaktır.
Depremleri önlemek mümkün değildir. Üstelik ülkemizde her on yılda ciddi yıkıcı bir deprem yaşanmaktadır. Şehirlerin büyümesi, yüksek katlı binaların yapılması, sanayi tesisleri gibi sebeplerle riskler artmaktadır. O zaman yapılması gereken şey, teknik çalışmaları ihmal etmemek ve her afetten, depremden ders almaktır. Tarihi açıdan soruna bakıldığında, gecekondulaşma, hazine ve vakıf arazilerinin işgali ve buralarda hiçbir teknik kurala uymadan yapılaşma, arkasından kaçak yapılaşma bir dizi sorun mevcuttur.
Konunun ahlaki boyutu çok önemlidir, ama iyi bir hukuki düzenleme yapmadan ve kanunları, kuralları uygulamadan, -yaptırımlar da zayıf kalıyorsa- sadece işi ahlaksızlıkla izah etmek doğru değildir. Çünkü insan menfaati peşinde koşar; hem seçmen, hem siyasetçi, hem bürokrasi hem de rant grupları açısından bakıldığında bunu en güzel kamu tercihi teorisi anlatır. O zaman piyasayı iyi düzenlemek gerekir.
Burada, “en sağlam zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür” sözüyle hareket edebiliriz. Arazi rejiminde eksiklikler var, nitekim 2B arazileri ve hazine-vakıf arazileri işgalleri sürüyor, tarım arazileri sürekli bölünüyor ve tahrip ediliyor, diğer yandan sanayi alanlarımız da maalesef sanayimizin gerektiği kadar üretilemiyor.
ÜNİVERSİTELERİMİZDE YAKIN ZAMANA KADAR TEKNİK ELEMANLARA- MİMARLARA, MÜHENDİSLERE DEPREM DERSİNİN VERİLMEMESİ DE AYRI BİR KONUDUR. Bir yandan halkın kaderciliğinden şikayet edilirken, üniversitelerde bu konuların yeterince ele alınmaması doğrusu ciddi çelişkidir. Ama şimdi işin farkına varıldı. Sadece inşaat ele alınarak zeminin ihmal edilmesi de ayrı bir eksikliktir.
İmar planları genellikle yerel yönetimler tarafından yapılmaktadır. Ama pek çok kurum imar planı yapmaktadır. İmar planları çokça bozulmakta yani tadilat yapılmaktadır. BURADAKA EN BÜYÜK SORUN, kamu yönetimi açısından İdari vesayetin yeterince işlememesidir. Oysa planlar, şehirlerin anayasasıdır. Planları korumak gerekir. Aynı zamanda bu rant beklentileriyle ilgilidir.
Yapı inşa sürecinde de sorunlar vardır. İnşaat sürecinden onlarca malzeme kullanılmakta, onlarca teknik personel çalışmakta ve usta/işçi yer almaktadır. Bunların her birinin iyi çalışıp çalışmadığının belirli kurallara bağlanması gerekir. Ülkemizde kamu belediyeden, bakanlığa ve yargıya kadar denetimde olmadır. Bu konudaki önemli sıkıntılar vardır. Bunlardan birisi; üst düzey çalışmalar yapılırken, yönetmelikler hazırlanırken yargı, yerel ve merkezi bürokrasi, meslek odaları, akademik kuruluşlar, müteahhitler muhakkak ortak ilkeler için bir araya gelmelidir. Burada en önemli eksiklik, idari vesayette görülmektedir.
Binaların kullanılması ve bina yönetimleri kısa vadeli ve etkili bir çözümdür. Bugün Kat mülkiyeti kanunu fonksiyonel değildir. Her şey kamu kesiminin merkezi idare ile yerel yönetimlerin üzerine atılmaktadır. Oysa binalar özel mülkiyete aittir, yapıların büyük bir kısmını özel kesim yapmaktadır. Bu Japonya’da, Almanya’da veya başka bir ülkede de böyledir. Bina sahipleri ve bina-apartman, site yönetimleri binalarını tahripten korumalıdır, binaların nitelikleri İSKİ, iGDAŞ gibi kurumlarda mevcuttur. Bina kullanıma açıldıktan sonra hiçbir yıpranma olmamış gibi kontrol edilmemektedir. Oysa arabalarımızı her birkaç seneden kontrolden geçiriyoruz. Binalar da Çevre Bakanlığı tarafından da düzenleme yapılarak Kaymakamlıklarda bir masa/birim oluşturulmalı (tüketici hakem heyetleri gibi) sonra imar konusu ilçe belediyeleri ve meslek örgütleri ile çözülmelidir. EN ÖNEMLİ EKSİKLİKLERDEN BİRİSİ, binalarda, sitelerde, sanayilerde mikro düzeyde AFET EĞİTİMİ YAPILMAMASIDIR. Oysa Japonya afete maruz kalan ülkeler halkına her yaşta eğitim vermektedir. Bina ve site yönetimlerine basit de olsa bu eğitimlerde yol gösterici olunmalıdır. Aynı zamanda buralarda komşuluk da geliştirilir. Kuraklık, su kullanımı gibi konular ele alınır. Hem de maliyet kamu ve özel kesim için çok azdır. Uygulaması ve takibi kolaydır, ama etkilidir. Çünkü HERKES SORUMLULUK ALIR. Bakanlık birimleri ve belediyeler denetler, teknik odalar, müteahhit işin farkına varır.
Özetle, afet zararlarını azaltmada arazi kullanımından, binanın kullanımına kadar kamu yönetimi zincirinin de kontrol edilmesine ihtiyaç vardır. Bu aynı zamanda kentsel dönüşümler için de kolaylık sağlayacaktır.
Bir yerde ciddi bir eksiklik ve hata varsa bunu gidermek herkese düşen bir görevdir. Hatalardan, eksikliklerden ders almayıp aynı sorunların tekrar yaşanması asla kabullenilemez. Bu bizim medeniyetimizde şöyle izah edilmiştir: (Zulmün def’i vacip ve takriri haramdır.) Yani afet zararlarını azaltıcı tüm çağdaş tedbirleri almamak zulümdür, zulümden kaçınmak vaciptir yani farzdır. Zulmün sürekli hale gelmesi Müslüman bir topluluk için haramdır. Dolayısıyla herkesin kendi gücü ve yetkisi nispetinde sorumluluğu ortaya çıkıyor. Burada başka hatırlatılabilecek bir kural, (Hata hukûk-u ibâdın sükûtu için özür olamaz.) İnsanların hakları konusunda hiçbir hata özür teşkil edemez. Bu ve benzeri kurallar günümüz dilinde risk yönetimi ve proaktif politikalar demektir.
Deprem provokatörleri tutuklandı