Yıl 2003-2004 Diyarbakır huzur içinde. Her yer turist kaynıyor. Esnaf hayatından memnun.
Her girdiğim dükkanda, mağazada, balıkçıda, sebzecide ayakkabı tamircisinde, kahvelerde, türkü evlerinde, pastanelerde, lokantalarda hiç abartısız tümünde Mustafa Kemal Atatürk’ün resmi var.
Bu yoğunluğu hepsine sordum:
-Bu resmi isteyerek mi astınız, yoksa zorlama mı var?
Cevap:
-O, vatan kurtaran bir kahraman neden asmayalım? Hem şükürler olsun ki terör bitti, huzur geldi, işler açıldı, turistler geliyor biz bu günlere hasrettik dediler.
Vali Nusret Miroğlu idi.
Diyarbakır valiliğine okulun su ve kanalizasyonuna çare olması için defalarca gittim ve her seferinde hiç bekletilmeden görüştüm her sorunu Sayın Nusret Miroğlu kolayca çözdü.
Tam 2 yıl boyunca milli bayramlara izleyici olarak katıldım. 2004 ve 2005’in yarısına kadar ne bomba patladı, ne de lastik yakılıp sözde terör estirip devlete kafa tutan oldu. Bu arada Mardin, Midyat, Nusaybin, Dicle, Hazro, Ergani, Murgul, Çınar, Bismil, Elazığ, Batman, Raman pek çok ilçeyi gezdim ve yerel kano yarışlarına, yerel festivallerine katıldım. Yıl 2005 Efkan Ala vali olarak atandı. Diyarbakır Hayvanları Koruma Derneği Başkanı ile birlikte Hayvan Barınağı ile ilgili sorunu görüşmek için valiliğe geldik.
Kapıda durdurulduk üstümüz arandı, kimlik istendi.
Üst kata çıktık hayretle iki taraflı valinin kapısına kadar paravandan koridor açıldığını ve o koridordan geçip özel kaleme ulaşıldığını gördük. Görevli polise neler oluyor dediğimde bana ‘Burası Diyarbakır alışın’ dedi. Ben de ona; iki yıldır Diyarbakır değildi de yeni mi oldu dedim ve özel kalemin yanına girdik.
Sorunu anlattık.
Vali Bey şimdi görüşemeyecek, dedi.
-Öyleyse elimizdeki resimleri basına vereceğiz, bize gönül koymasın, dedim ve resimleri içeri götürmesini söyledim. İçeri alındık çünkü barınakla ilgili görüntüler çok kötüydü. Aradan çok kısa bir süre geçti ve bir anda sokaklarda Apo tişörtlü gençleri, okul servislerinin aynalarında sözde PKK simgesi renkli şeritleri görmeye başladım.
Daha sonra da lastikler yakıldı, çöpler yuvarlandı, polise ateş açıldı ve o güzelim şehrin sokakları yürünmez oldu.
En güzel mağazaların olduğu, en güzel simit evlerinin, tavacıların, ciğercilerin, giysi mağazalarının olduğu her yer savaş alanına döndü.
Vali demeç verdi;
CANA GELECEĞİNE MALA GELSİN!
Yani vurun kırın nasılsa devlet malı mı demek istedi, bilemedik?
Tam 3 emniyet müdürü ayrılmak istedi. Gerekçeleri teröristleri yakalamalarına engel olunduğu idi.
İşte bu nedenle İçişleri bakanı olunca eyvah demiştim.
Sonra PKK ile masaya oturmalar, Dolmabahçe mutabakatı, sonra topuyla, tüfeğiyle, bombasıyla dağdan kasabalara, ilçelere, kentlere girip vatandaşın huzurunu yok eden ve iki ateş arasında bırakan politikalar.
Eyvah demekte ne kadar haklı olduğumu acı bir biçimde anladım. Keşke haklı çıkmasaydım ve keşke açılım, çözüm süreci gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni bölme, parçalama, üniter yapıyı yok etme çalışmaları olmasaydı. Bütün şehirler arasında her 5 km’de bir karakol ve korucu siperleri, gözetleme yerleri hep onun döneminde kaldırıldı. Yollara bombalar mayınlar rahatça döşendi. Şimdi de o bomboş yollarda içi bomba yüklü kamyonlar denetimsiz Emniyet Müdürlüğü binalarına giriyorlar.
Acaba diyorum hesap etti mi Sayın Efkan Ala, İçişleri Bakanlığı süresince kaç olay yaşandı ve kaç şehit verildi?
ATATÜRK döneminde bir kural vardı.
Liyakat sahibi olana görev verilirdi. Ehliyet sahibi olana işin ehline görev verilirdi. Keşke Avrupa’da, Japonya’da olan istifa olayını bizim siyasetçilerimizde içlerine sindirebilseler ve arkalarında bunca acı bırakmadan gitmeyi öğrenebilseler.
Hafta Sonu Esintileri