Bölüşme ve paylaşma dillerde gezen, yere göğe sığdırılamayan, alçak dallara kondurulamayan, yere konmasın diye, uçurulan, kaçırılan, kırk kapı ardına gizlenen, üzerinden kırk kilitle kilitlenen, acıklı bir türkünün dizelerinden oluşan bir kavram!
Bölüşme ve paylaşmayı dil ucuyla pek severiz lakin, bölüş, paylaş denildiğinde o diyenlere karşı, gönül koyarız, herkes kendi işine baksın demekten kendimizi alamayız!
Bölüşememenin ve paylaşamamanın altında kimine göre kıskançlık, kimine göre hasetlik, kimine göre az biraz fesatlık, kimine göre de her şey benim olsun hırsı yatıyor!
Ana-baba sevgisini, Amir- Müdür sevgisini, arkadaş sevgisini, kurum kuruluş sevgisini paylaşamıyoruz!
Sevgiyi tekelimize almak gibi vazgeçemediğimiz bir huyumuz var. En çok beni severler. Neden en çok falancayı seviyorlar anlayamadım? Benim gibi kimse burayı sevemez: Ben bilirim ki en çok beni seviyorlar. Zaten benim gibi seveni de görmedim! gibi lafları söylemekten kendimizi alamayız. Bu nasıl bir sevgidir? Ne bölüşülür, ne paylaşılır!
Saygı da paylaşılmazlar arasındadır! Saygıda kusur etmemek güzel şeydir lakin, abartmaya, işin cılkını çıkartmaya meyyal halimiz saygıyı içinden çıkılmaz, tabulaştıran, saygı dairesinin çok ötelerine taşıyan fiillere dönüştürdüğünde, saygı birilerinin tekeline giriverir. Hele de saygı gösterilen bu işten zevk alıyorsa!
Bölüşülemeyen ve paylaşılamayan bir önemli konu da, miras meselesidir. Karışmayan, kışkırtmayan, suları bulandırmayan kalmaz. Üç kuruşluk bir arsa için, babadan kalma bir ev için, üç metrelik bir arazi için kılıçlar çekilir. Hoşgörü, anlaşma, uzlaşma çok öncesinden miras zemininden uzaklaştırıldığı için, ortada; kavga, tartışma, münakaşa, zorlama, sen-ben hikayelerinden oluşan kimsenin çözemediği, çözmek istemediği kocaman bir kördüğüm olarak, çözebilene aşk olsun dercesine bekler durur. Sonrasında da, ne kardeşlik kalır, ne akrabalık!
Dünyanın en zor işlerinden bir tanesi ortaklık yapmaktır. Ya ailenin en büyüğünün Başkanlığında ailenin bütün fertlerinin ortak olduğu ortaklıklar, ya kardeşlerin birbiriyle ortaklığı, ya da kökü maziye dayanan dostluk ve arkadaşların ortaklığı.
Kazanç bölüşümü rıza esasına, adalet üzerine dayandığında elbette ki ufak-tefek pürüzlerin dışında fazla bir şey çıkmaz.
Ancak Aile ortaklıklarında, değişik ekonomik faktörler vardır. Söz sahibi en büyük ağabeyin ekonomisi, eltilerin ekonomileri, kardeşlerin ekonomik beklentileri işin içine girdiğinde ortaklıklar derinden sarsılır.
Rıza ortadan kalktığında, ben çok çalıştım, sen ne yaptın gibi sorular havalarda uçuştuğunda, bu konular eltiler tarafından körüklendiğinde bir toplu iğneyi paylaşın, bölüşün de görelim?
Kazançlar benzer sebeplerden bölüşülemediğinden ortaklıklar sarsılır, sarsıntı geçirir ve bir anda yıkılır!
Kazançları bölüşmek işyerlerinde, değişik müesseselerde, kalifiye insanların göstermiş oldukları üstün performansların görülmek istenmemesinde ortaya çıkar.
İşyeri sahibi aslında mihenk taşıdır. Değer biçendir, insan kıymetini en iyi kavrayabilecek olandır. Vicdanen kim ne hak etmişse onu takdir edendir. Çalışanlaçalışmayanı ayırt edendir.
Bölüşmek derken kimse o insanın kazancını bölüşmeyi kastetmez. Hemen birçok işyeri sahibinin ekmeğimi ve kazancımı bölüştüklerim diye başlayan o duygulu konuşması, o işletmeye maddi katkılar sağlayana yansımaz yansıtılmaz. Çam sakızı, çoban armağanı gibi hediyeler dahi akıllardan geçmez, geçirilmez. Oysa böyle şeyler, işverenin vebalidir, kul hakkına girer.
Teşvik etmeyi, sırt sıvazlamakla, senin gibi yanımda bir kaç kişi daha olsa sırtım yere gelmezdi diye sermayesi sıfır olan laflarla ödeştirmeyi kendine yol seçen anlayışların hüküm sürdüğübir dünyada yaşıyoruz.Bütün bu bölüşme ve paylaşmayı, bedava lafla-övgüyle, sırt sıvazlamak zannedenler, kul hakkıyla öbür tarafa gideceklerinden habersizler mi?
Ne yazıktır ki, bölüşmeyi ve paylaşmayı bir türlü öğrenemeyen, öğrenmek istemeyen, işine gelmeyen, aklı yatmayan, kafası basmayan, gönlü razı olmayan duyguların, görüşlerin ve kanaatlerin tur attığı, insanların elini ve kolunu bağladığı, gözünü boyadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Hani nalıncı keseri tabir ederler ya… Hep bana, hep bana diye ses çıkaran o keser, kim ne yaparsa yapsın, kim ne kadar çalışırsa çalışsın, amma bana çalışsın mantığında.
İncelten, kibarlaştıran, fazlalıkları, eğri-büğrülükleri düzelten rende bile canımlı-cicimli, kibar söylemlerinin sonunda kibarca, nazikçe rende benim, bunlarda benim, senin yaptığın el kirası, aş şu kiranı deyip dönüp arkasını gidiverir.
Bir sana, bir bana diyen testere uzun zamandan beri kayıp. Bölüşmenin ve paylaşmanın piri, üstadı o olduğundan, ortaya çıkmasın, ortalarda görünmesin diye hakkında verilmiş kayıp ilanları, arada bir yenilenip duruyor!
Bu işlerin geçeri nereye giderseniz gidin bu, diyerek “Geçer” hesapları icat edenler, insanları öldürmeyecek kadar ücretlere mahkum edenler, testere gibi olmasanızda, senin bu işte gayretin çok, al şuda senin hakkın diyemeden ölüp gitmeyin!
Son nefesinde keşke filancanın, falancanın hakkını verseydim diyerek giden, nafile sözler sarf etmeleri kâr etmeyeninsanlarıhiç mi görmediniz?
Kaç bayram, kaç yılbaşı, kaç kez söz verdiğiniz zaman dilimi geçti. Benim sözüm rast gele söz değildir! Ben söz verdim mi tutarım, biz babamızdan öyle gördük diyenler, ölmüş babalarınızın kemikleri sızlıyor haberiniz olsun!
KURBAN BAYRAMINDA NELERE DİKKAT EDİLMELİ?