Gönül dağı yağmur boran olunca
Akar canözüme sel gizli gizli.
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar, dil gizli gizli.
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle gider, yol gizli gizli
(Neşet Ertaş)
***
Bozkır’ın tezenesi olarak anılan ünlü halk ozanı Neşet Ertaş’ın ölümü üzerinden tam bir yıl geçti, sanki dün gibi. Gerçek sanatçılar ölümün üstesinde gelen ve sonsuza değin yapıtlarıyla yaşamaya devam edenlerdir. Bunlardan biri de kuşkusuz Neşet Ertaş’tır.
O, Devlet sanatçısı unvanını “Ben Halkın içinden çıkmış halkın sanatçısıyım “ diyerek
kabul etmemiş, tüm dünya’ya onurlu bir ders verdi, Neşet Ertaş olduğunu gösterdi. Ancak nevar ki Devlet töreniyle toprağa verildi.
Olaya başka pencereden bakmak istiyoruz. Halkın içinden çıkmış, hak ozanı sanatçıyı bile küstürdük. Küstü ve gitti. Almanya’da
30 yıl kaldı; sonra “ille de yurdum!”dedi, yine toprağına geldi, bir daha dönmemek üzere
Neşet Ertaş, Abdallık geleneğinin son halkasıdır. Çeşitli gruplara ayrılan gelenekte Kırşehirli abdallar Neşet Ertaş’ı “Toplumun örnek alınmaya lâyık en gözde kişisi” olarak kabul ederler; geleneğinin büyük temsilcisidir.
—
Osmanlı ve Atatürk döneminde sanatçılara kol- kanat gerilmiştir. Kimi hükümdarlar sanatçılara Sarayda üst düzey görevler vermiş, rahat ve huzurlu üretimlerini sağlamak için gerekli her türlü olanakları sağlamışlardır.
Sanatçıları ve yapıtlarını koruyanlara Batı terminolojisinde “mesen” denilmektedir. Zenginler ve asiller sanatçıları özellikle müzisyenleri himaye etmişlerdir. Örneğin, Mozart ve Beethoven de soylu kesimin desteklerinden yararlanmışlardır
Mesen sözcüğü Roma İmparatoru Augustus’un danışmanı ve kültür işleri yönetmeni Gaius Clinus Maecenas’ın adından gelmektedir ve çoğu dillere sanat ve bilimin koruyucusu olarak yerleşmiştir. Hükümdarlar, krallar, prensler toplumun elit tabakası sanat koruyuculuğu işlevini yüzyıllar boyu sürdürmüşlerdir. Avrupa’da sanat koruyuculuğu, çalışmaların ve geleneğin sonucu ortaya çıkmıştır. Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Avusturya’da devlet kuruluşları ve kişilerin kültür ve sanat alanlarındaki katkılarının tarihi de eskidir.
Atatürk, Sanat ve sanatçıya değer vermiş, her fırsatta korumuş ve kollamış, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş” yaklaşımıyla hareket etmiştir;
”Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.”
—
Neşet Ertaş gibi sanatçılar binde bir gelir, yaşarken kadr- kıymetleri bilinmez, yaşama veda edince gözyaşları dökülür;
“Erbâb-ı teşâur çoğalıp şâir azaldı
Yok öyle değil, şâirin ancak adı kaldı”
Zamanımızda şair geçinenler çoğaldı ve şair azaldı.Yok, yok… Öyle de değil! Şairin yalnızca adı kaldı. (Sâbit)
Sanatçılar kıt kanaat geçinir, ailesinin nafakası için gece gündüz çalışmak zorundadır. Belki de Neşet Ertaş gibi sanatçıların yetişmesinde hüzünlü yaşam öyküleri ilham kaynağını oluşturmuştur Saz çalan, şiir söyleyen halk sanatçılarının mayası gözyaşıyla yoğrulmuştur. Şiirimiz, öykümüz, romanımız, şarkı ve türkümüzde ayrılık, özlem, acı, gurbet, dert, hüzün vardır.
Yazımızı Bozkırın Tezenesinin dizeleri ile noktalayalım, bir kez daha rahmetle analım;
“Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım, boş yere kandım
İrengi gözümde solan dünyada.
Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada”
■ Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet; sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir .(M.Emin Yurdakul)
Neşet Ertaş’ı Anımsama