Konya
°C
Yeni Meram

Kınalı kuzular...

Kınalı kuzular...-Rıdvan Bülbül-Yeni Meram Gazetesi

A+
A-
23.03.2017 10:39
0
8916
ABONE OL
18 Mart şanlı tarihimizin onur sayfalarından biridir. Elverişsiz koşullara karşın, iman gücüyle Mehmetçik Çanakkale’nin geçilmez olduğunu yedi düvele bir kez daha kanıtlamış destanlarına bir yenisini eklemiştir. ... Yıl 1909. Selanik’ten bir lav gibi aktı Payitaht’ın üzerine Hareket Ordusu. Hareket değil, hakaret, habaset ve felaket ordusuydu. Yaktı, yıktı, kül etti İstanbul’u. “Hürriyet! Hürriyet!” diye tempo tutanların gözlerini faltaşı gibi açtı. Yağma ve talan hürriyeti getirdi. Kapı tokmaklarına kadar soydu, soğana çevirdi. Bağrına saplanan baltaya, “sapı benden” diyen bir ana gibiydi İstanbul. Biz hepimiz o gün İstanbul’duk; “Bu da geçer yahu!” dedik, sineye çektik. Her şeyi yakıp yıkan bu güruh, 600 yıllık Osmanlı çınarının en cins meyvelerinden birini düşürdü dalından: Sultan II. Abdülhamid. Dersaadet’in üzerine düştü Sultan Abdülhamid’in laneti. Bu lanetin üç zehirli meyvesiydi Enver, Talat ve Cemal. Kanda bittiler, kanda büyüdüler, kanda boğuldular. Biz hepimiz o gün kanadık; “Bu da geçer yahu!” dedik, sineye çektik. Kendileri boğulsa ne gam. Koca bir Memalik-i Osmaniyye’yi de boğdular. Bir kadronun işleyeceği ne kadar yanlış varsa, hepsini işlediler. İşlediler ve işediler şehid kanlarının üzerine. Ne kadar soylu kavram varsa, hepsini soysuzlaştırdılar: Hürriyet.. müsavat.. ittihat.. terakki.. meşrutiyet… Biz hepimiz o gün iğrendik; “Bu da geçer yahu!” dedik, sineye çektik. ... Trablusgarb, Balkan derken, Çanakkale geldi çattı. Üç buçuk soysuzun elinde esir olan Halife-i rûy-i zemin “cihad” ilan etti. Cihad dendi mi, duramazdık. Halife’nin ölüsü dahi değerliydi bizim için. “Alaman gâvuruyla omuz omuza cihad mı olur?” demedik. “Liman von Sanders’ten komutan mı olur?” demedik. “İttihatçı çeteler, pisledikleri gibi temizlesinler!” demedik. “Sultan Hamid’in ahı tuttu, bin beter olsunlar!” demedik. “Yaktıkları ateşte cayır cayır yansınlar!” demedik. Biz hepimiz o gün cepheye koştuk; “Bu da geçer yahu!” dedik, sineye çektik. Çanakkale’de biner biner, onbiner onbiner öldük. Ne yiyecek ekmeğimiz, ne giyecek çarığımız, ne su içecek mataramız vardı. Bir tek imanımız vardı. “İman en büyük imkândır” dedik. Bizi “Ölün!” komutuyla cepheye sürenlere, “Önce siz ölün!” demedik. “Şimdiye kadar hep biz öldük, sıra sizde!” demedik. “Ben öleyim de, sen paşa keyfince yaşa, he mi?” demedik. Ölümün üstüne yürüdük göz kırpmadan. Ölüm üstümüze yürüdü, yaşımıza, başımıza, yarimize, yavuklumuza bakmadan. Biz hepimiz o gün bedence öldük, ama ruhça ölmedik. Şehidler ölmezdi. “Bu da geçer yahu!” dedik, sineye çektik. Bayrağı altında savaşıp öldüğümüz koca Osmanlı, gözümüzün içine baka baka gitti. Gözü arkada kaldı, gözümüz arkasında kaldı. Çığlığı cihanı tutan bir dev gibi göçtü. Üstelik, ihanet eden evlatlarının öz elleriyle. Elimiz kolumuz döküldü. Biz bunun için mi ölmüştük? Bilmedik ki, bizi ölüme sürenler, aslında Osmanlı’nın ipini çekmişler. Ölen biz değil, aslında Osmanlı’ymış. Endülüs geldi aklımıza. “Hafazanallah!” çektik. Daha önce kaç kere ölüp dirildiğimizi hatırladık, teselli bulduk. Biz hepimiz “Yiğit ölür, ama yiğitlik ölmez!” dedik, “Bu da geçer yahu!” dedik, sineye çektik. Ölümüz bile çok para ederdi. Üç buçuk Yunan’a meze olacak değildik ya. Ne bileydik saldıranın “Üç buçuk palikarya” olmadığını? Biz hilenin enva-i çeşidini görmüştük de, böylesini görmemiştik. Bu, hilenin İngilizcesiydi. Millet biz, Kuvva-yı Milliye bizdik. Aydın’da, Ödemiş’te, Nazilli’de, Maraş’ta, Antep’te küllerimizden yeniden doğduk. Hiçbirimizin rütbesi, namı, nişanı yoktu. Teşkilât-ı Mahsusa’nın Son Mohikan’ı Kuşçubaşı Eşref’in sakladığı silahları bulduk. Çakar almaz martinilerle gâvuru durdurduk. Tam “İşte şimdi sahiden kurtulduk!” diyeceğimiz bir Meclis’imiz oldu. Kur’an’larla, salevatlarla, tekbirlerle açtık. Heyecan dalga dalga yayıldı. Ta Mısır’a, Hind’e, Yemen’e, İran’a, Turan’a kadar. Öyle ki, içimizden kimileri “Siyaset-i Nebeviye 1300 yıl ayrılıktan sonra geri döndü” bile dedi. Libya’dan Şeyh Ahmed Senusi koştu geldi. Kazan’dan Abdürreşid İbrahim coştu geldi. Cezayir’in allâmesi Bin Badis, I. Meclis’i “Ey İslâm’ın halaskârı!” diye tebcil etti. Şair Şevki Bey, en güzel medhiyesini yazdı. Filozof İkbal övgü dizdi. Fakat, bir fecr-i kâzibmiş. Çok sürmedi, sevincimiz kursağımızda kaldı. I. Meclis susturuldu. Cephelerde kazanılanlar, masalarda kaybedildi. Ve en beteri, bu dünyanın yaşayan en uzun ömürlü kurumu olan Hilafet, 1335 yıl sonra diri diri gömüldü. Şair Şevki Bey, methiyesinin yerine “gerdek gecesi gelinliğiyle gömülen” Hilafet’e “mersiye” yaktı. ... Zafer, Dünya Savaş tarihine yazılan bu tarihi savaştan kimi anılar. Kınalı kuzular Yüzbaşı Sırrı Bey, ikindi vakti yeni gelen eratı teftiş denetlerken, içlerinde bir tanesinin saçının sağ tarafının kınalanmış olduğunu görür ve takılır; “Hiç erkek kınalanır mı?” Mehmetçik, yanıt verir; “Buraya gelmeden önce anam kınalamıştı Komutanım!” Komutanın isteği üzerine anasına haber salar ve nedenini sorar; Ana, bir mektup yazarak yanıtlar; “Ey gözümün nuru Hasan’ım, Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev gibi yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın... Ben, senin anan isem, beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor. Sen bu ailenin seçilmiş kurbanısın. Hasan’ım, söyle zabit efendiye. Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır. Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınalamıştım. El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktır.. Gözlerinden öperim. Anan - Hatice” ... Gazi Mehmet Aşkın’ın anlattıkları: “İngiliz donanması Saroz’dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar verdiriyordu. Böyle bir atıştan sonra, aynı, birlikte silah arkadaşım Recep Eniştemin iki ayağı kopmuş çalıların üzerinde gördüm henüz sağdı. Yanına kadar gidebildim. Ağlamaya başladım Henüz ruhunu teslim etmeyen Recep Eniştem: “Kardeşim niçin böyle ah edip ağlarsın; benim ciğerimi dağlarsın! Allah’ in verdiğine merhaba! Takbir- i Rabbani böyle imiş! Onun kazası geri çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Elimizden ne gelir. Arzuladığım savaş yolunda oldu. O saadet bana yeter! Sen sağ kalırsan, anamın elini benim içinde öp! Emzirdiği sütleri helal etsin!” dedikten sonra, “Başımı kıbleye doğru çevir!” diye bildi Ruhu çoktan uçmuştu... “Halil, bölükte süngü hücumuna kalkmıştı, ağır bir yara alarak yanıma yıkıldı.Bir süre sessiz kaldı ve sonra: şöyle konuştu; “Ahiretlik ölümüm yaklaştı, öldükten sonra cesedimi geriye götürtme, buraya ellerinle göm! Üzerimde harp ediniz! Ta ki Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını rahatlıkla duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etmişti “Kara Yürek deresi’ne doğru iniyorduk. Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar. Derenin yatağında geziniyordum. Çok susamıştım. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi avucuma mataradan su aldığımda, matarama doğdurduğum suyun kan olduğunu anladım.” ... "Edincikli Mehmet Er'in top mermisinin parçaladığı kolundan kanlar içerisinde bir et parçası sarkıyordu. Komutanına Yalvarıyordu; "Komutanım ne olur şu kolumu kes!" Sağ eliyle yakaladığı ve tuttuğu sarkık kola bakan Teğmen donup kalmıştı. Edincikli Mehmet Er, gür sesiyle yineledi; "Allah Aşkına, Allah Rızası için kes şu kolumu!" Bu ilahi cümleleri emir gibi işiten Teğmen Saip, bıçağı Er’in koluna vurur. Gık demez Edincikli Mehmet. Bir sağ elindeki kola, bir ileride Allah! Allah! nidaları arasında çarpışan erlere bakar ve kolu fırlatır; "Bu kol vatana feda olsun!" Yerdeki et parçalarından başını kaldıran Teğmen'in karşısında kimse yoktur. Çünkü, Edincikli, Hakla alış verişe başlayınca her şeyi, acıyı, özlemleri unutur kolunun öcünü almak, vatan ve Allah için hücum saflarına katılmıştı. Onu durdurmak olanaklı değil, yine harikalar gösterir, bire bir bire on, bire yüz dövüşür. Kaderden kaçılmaz ki! Kolunun kopmasıyla kaybettiği kandan halsiz düşürmüş, şehitlik mertebesine ulaşmıştı. ... Ben Antepliyim, Şahin’im ağam. Mavzer omzuma yük. Ben yumruklarımla dövüşeceğim. Yumruklarım memleket kadar büyük. Hey, hey! Yine de hey hey! Kaytan bıyıklarım, delişmen çağım Düşman kurşunlarına inat köprübaşında Memleket türküleri çağıracağım. Bu dağlarda biz yaşarız,bu dağlar bizim dağımız. Namusumuz temiz, bayrağımız hür Analarımız, karımız, kızımız, kısrağımız Burada erkekçe dövüşür Bir bayrak dalgalanır Antep kalesi üstünde Alı kanımdaki al, akı alnımdaki ak Bayraklar içinde en güzel bayrak Düşüncem senden yanadır Hep senden yanadır çektiğim kahır Bu senin ülkende, senin gölgende Düşmesin kara kalpaklar, kirlenmesin duvaklar Korkum yok ölümden kâfirden yana Alacaksa alsın beni şafaklar. Hey, hey! Yine de ey hey! Al bayraklar altında kara bir kartal gibi Yaşamak ne güzel şey. Bir sır var bu mavzerde, attığım gitmez boşa Çıkmış bir eski savaştan Türk ün bir karış toprak parçası için Destanlar yazacağız yeni baştan. Yıktım toprağın üstüne bir sarı kurşunla birini Çıktı karşıma biri, Çıktıkça çektim tetiği Bismillâhlar la beraber Vurdum alnından kâfiri. Bu kaçıncı kurşundur, bu kaçıncı bismillâh Bu kaçıncı ölüdür? Bir türkü söylenir siperlerde her sabah Vurun Antepliler namus günüdür! Ben Antepliyim Şahin’im ağam Mavzer omzuma yük Ben yumruklarımla dövüşeceğim Yumruklarım memleket kadar büyük (Yavuz Bülent Bakiler)
HABER YORUMLARI
  1. Henüz yorum yapılmamış.
    İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.