Konya
°C
Yeni Meram

30 Ağustos Zafer Bayramı

30 Ağustos Zafer Bayramı-Rıdvan Bülbül-Yeni Meram Gazetesi

A+
A-
30.08.2016 09:53
0
5997
ABONE OL
■ Zafer "Zafer benimdir" diyebilenlerindir. (Mustafa Kemal Atatürk) *** Bugün Zafer Bayramı. Ulusların tarihinde olağanüstü olayların gerçekleştirildiği olağanüstü günler vardır. 30 Ağustos bunlardan biridir; büyük zaferin müjdecisi, yeni yapılanmanın ayak sesidir; Kurtuluş savaşının ve Cumhuriyetin temelidir. … Gazi Kemal Paşa 4 Mart 1922'de TBMM’de gizli toplantısında, konuşuyor; ■ Ordumuzun kararı, taarruzdur. Bunu tehir ediyoruz. Hazırlığımızı ikmale biraz daha zaman gereklidir. Mustafa Kemal, anladı ki artık diplomasiyle sonuç alınamayacak, tek seçenek taarruzdu. Bu bağlamda hazırlıklarını yoğunlaştırıldı. Dahası Yusuf Kemal ile Fethi beyleri Türk tezini anlatmak üzere Avrupa başkentlerine göndererek niyetini sakladı. 26 Ağustos’ta muharebeyi yönetmek için Kocatepe'deki gözetleme yerine çıktı, 4.30'da taciz ateşiyle harekât, başladı ve yoğun biçimde sürdü. … 30 Ağustosta Dumlupınar’da beş Yunan tümeni hareketsiz hale getirildi, d aha sonra Yunan ordusu hezimete uğratıldı. Büyük Taarruz başladığında geri çekilen Yunanlılar, 31 Ağustos'ta Uşak'ı, 2 Eylül'de Aydın'ı, 4 Eylül'de Alaşehir'i, 5 Eylül'de Kasaba'yı, 6 Eylül'de Manisa'yı yakarak kaçışa geçti. … Öncü birliklerimiz 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi, böylece Yunanistan'ın 15 Mayıs 1919'da başlattığı Küçük Asya Macerası sonlanıyordu. Yunanistan, Türkiye ve İtilaf Devletlerinin katılığı Mudanya Konferansı'nda (3- 11 Ekim 1922) Trakya, İstanbul ve Boğazlar konusu ele alındı ,11 Ekim’de ise Mudanya Mütarekesi imzalandı. İngiltere, Fransa ve İtalya, Lozan Konferansı'nın toplanmasını istedi. Konferansa Türk heyeti İsmet Paşa'nın, Yunanistan da Venizelos'un eş güdümündeki delegasyonlarla 20 Kasım'da toplantıya katıldı. Müttefiklerle Osmanlı borçları, kapitülasyonlar, imtiyazların kaldırılması ve Musul ile ilgili sorununda anlaşma sağlanamadığı için 4 Şubat'ta dağıldı. … Lozan görüşmeleri 23 Nisan 1923'te yeniden açıldı ,4 Temmuz'da Barış antlaşması ve ekleri imzalandı. Ocak'ta imzalanan Türk¬ Yunan sözleşmesi son senet kapsamına alındı. Görüşmelerinin ilk döneminde, Türkiye ile Yunanistan; askeri esirler, sivil tutukluların değişimi; iki devlet arasındaki sınırın, Meriç nehrinden geçmesi İmroz - Bozcaada dışındaki on iki ada silahlardan arındırılması koşuluyla Yunanistan'a bırakılması; Türkiye'de Rumlar Yunanistanda Türklerin değişimi konusunda anlaşmaya varmışlardı. Bu kez de Tazminat sorunu çözülemeyince Edirne ve Karaağaç'ın sınırlarımızda kalmasıyla anlaşmaya varıldı. … Fatih Rıfkı Atay, "Çankaya" adlı yapıtında bugünün önemini yazıyordu; ■ Neyimiz varsa, bağımsız devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı'nın, vicdanımızı ve kafamızı Doğu'nun pençesinden kurtarmışsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi'ne borçluyuz. ■ Türk’ün güneşleriyle dünya ufku ağardı, Türk olmasa, tarihe yazılacak ne vardı? (Behçet Kemal Çağlar) 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. … Büyük Zaferin yıldönümünde kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk’ten iki anı aktaralım; Yüzyıllar, Türk halkı içerisinde en çok Türk köylüsünün ezilmişliğine tanıklık etmiştir. “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi köylüdür.” diyen Atatürk konuyu 1 Mart 1922’de Meclis’te yaptığı konuşmayla şöyle dile getirmişti; “Efendiler!. Yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli ülkelerine göndererek, kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp savurduğumuz buna karşın her zaman aşağılama ve alçaltma ile karşılık verdiğimiz bunca özveri ve bağışlarına karşı iyilik bilmezlik, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu soylu sahibin önünde büyük bir utanç ve saygıyla gerçek durumumuzu alalım.” Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Atatürk bu sözlerinin takipçisi olmuştur. O yokluk yıllarında devlet bütçesinin yarısını oluşturan aşar vergisini kaldırarak köylüyü vergi yükünden kurtarmış, örnek çiftlikler kurmak, ucuz kredi vermek, tohum dağıtmak, üretime yönelik eğitimi köylünün ayağına götürmek gibi hizmetlerle de yüzyılların haksızlıklarını biraz olsun gidermek için çalışmıştı. Atatürk, sık sık yurdu dolaşırdı. Çiftçi işçi, sanatkar, esnaf ile konuşur; memleketin derdini arar bulur, meclise getirir, milletvekillerinden, bakanlardan hesap sorardı. Yurt gezilerinden birinde Orta Anadolu’da tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşmıştı; - Kolay gele, bereketli ola ağa. - Allah razı olsun bey - Hayrola ağa, öküzün teki ne oldu? -Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca öküzü satıp borcumuzu ödedik. - Sağlık olsun ağa! Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürk’ün yanındakiler, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, Emir Subayı Resuhi Bey, daha birkaç yakını vardı. Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozok’u yanına çağırdı; “ Salih, yarın sabah git, Halil Ağayı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de.” Ertesi gün Salih Bozok, Halil Ağa’yı buldu, Atatürk’ün yanına getirtirdi Atatürk ayağa kalkarak; “Buyur Halil Ağa” deyip bir sandalye gösterdi. Başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi. Atatürk Halil Ağa’ya dönerek dedi ki; “Halil Ağa, anlat şu vergi işini bir daha” Halil Ağa, vergi borcunu, icrayı, satılan öküzünü bir kez daha anlattı. Atatürk kaşlarını çattı, İsmet Paşa ve Şükrü Kaya’ya döndü; - Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı’nı Halil Ağa’nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız, gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz. Halil Ağa yalvaracak oldu; “Sen Atatürk Paşamsın galiba, beni bağışla, kusur ettim” Atatürk, Halil Ağa’yı ayakta uğurladı; -Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın. … Türk insanı duygu insanıdır. Hep sevmek ve sevilmek ister, yeter ki birisine inansın, birisini sevsin o sevgi onda ölümsüzleşir. Türk, Atasını böyle sevdi, O’nu yüceltebildiği kadar yüceltti. Atatürk de yaşamı boyunca bu sevginin getirdiği sorumluluğun bilinciyle hareket etti. Türk insanının mutluğunu kendi saydı. Atatürk’ün en yakını anlatıyor; “Bir gün Çankaya yöresinde bir köylü evine gitmiştik. Evde ihtiyar bir köylü karısı ile oturuyordu. Bize ikram edilen kahveleri içerken Atatürk bana köylü ile konuşmamı söyledi. Köylüye ilk aklıma geleni sordum. - Sen Gazi’yi tanır mısın? İhtiyar beni saçma bir soru sormuşum gibi küçümseyerek süzdü: - Gazi’yi tanımayan var mı ki, dedi ve ekledi: “Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Camii şerifinde Cuma namazı kılarmış. Göbeğine kadar sakalları varmış. Melek nur yüzlü, mübarek bir ihtiyarmış.” Gülmemi zor tutarak Atatürk’ün genç ve tıraşlı yüzüne baktım. O, kaşlarını çatarak kendisini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü; - Varsın, o öyle bilsin. Gerçeği öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp de sevgisini kaybetmenin ne anlamı var?
HABER YORUMLARI
  1. Henüz yorum yapılmamış.
    İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.