Konya
°C
Yeni Meram

SULTAN VAHDETTİN HAİN OLABİLİR Mİ?

SULTAN VAHDETTİN HAİN OLABİLİR Mİ?- Mustafa KAPLAN- Yeni Meram Gazetesi

A+
A-
11.03.2021 01:29
10.03.2021 13:33
0
2675
ABONE OL
Ecevit, Türkiye’nin 40 yılına damga vuran siyasetçilerden biridir. Diğerleri malum Demirel, Erbakan ve Türkeş’tir. Her dört liderin Türk halkının bildiği farklı özellikleri olsa da, Ecevit’in belirgin özelliği dürüstlüğüdür. Dürüstlüğünü muhalifleri dahi söyler. Bugüne kadar, ismi hiç akçeli işlerde şaibelere karışmamış, hortumculardan aile fotoğrafları olmayan bir liderdir. Ecevit, annesi tarafından Osmanlı sarayı ile hısım olan, anne ve baba tarafları bürokrat, devletin üst kademelerinde görevler almış, ailelerin torunu. Mesela, anne tarafından dedesinin dedesi, Arabistan’da Şeyhülislam olan bir kişidir. Baba tarafından dedesi de 2. Abdülhamit’in İslam’ı tanıtması için Japonya’ya gönderdiği büyük bir din adamıdır. Ecevit, gerek aile bağlantıları itibari ile Osmanlı’nın son dönemi içinde yaşayan birçok zevatı görmüş, onlarla konuşmuş, onların hatıralarından kesitler dinlemesi, gerekse bulunduğu makamların verdiği imkânlarla, bilgilenmesi nedeni ile Osmanlı’nın son dönemini ve yöneticilerinin durumlarını çok iyi bilmektedir. Bu nedenle de, daha önce birçok tarihçi ve araştırmacının yapmış olduğu tespiti dillendirdi. SULTAN VAHDETTİN HAİN DEĞİL, DEDİ. Evet, Ecevit’in tespiti doğrudur. Bunu anlamak için gerçek tarihin sayfalarına, hatıratlara ve yaşanan olaylara bakmak gerekir. Vahdettin, 1. Dünya Harbi içinde tahta çıktı. Kendi ifadesi ile tahtı ateşler üstüne kurulmuş bir tahtı. 1908 yılında 2. Abdülhamit’i Siyonistler ve ülke içindeki masonların yardımı ile devirerek iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi, on yıl gibi kısa bir sürede koca imparatorluğu, düşmanlarınca işgal edilmiş bir vaziyette, Sultan Vahdettin’e bıraktı ve lider kadrosu da yurt dışına kaçtı. Vahdettin, başkenti İngilizlerce işgal edilmiş, sarayına gemi toplarının namlusu çevrilmiş, askeri olmayan ve her anı İngilizlerce denetim altında bulunan çaresizdi. Kendisini sevmeyenlerin ifadesine göre dahi, Vahdettin akıllı, kendini şehzadeliği sırasında bile devlet işlerine hazırlamış, dünya politikalarını ve askeri gelişmeleri takip eden, bilgi ve görgüsünün artması için dış seyahatler yapan bir sultandır. 1917 yılında Almanya seyahatine, Atatürk’ü de götürmüş, seyahat sırasında her ikisi de birbirlerini tanımışlar. Hatta sevmişler, dost olmuşlardır. M. Kemal, Vahdettin’in fahri yaveridir. Osmanlının Almanlar ile ittifakı da öyle, birkaç paşanın tasarrufu değildir. Hesaplı kitaplı bir stratejidir. İlk önce, İngilizler ve Ruslarla ittifak yapılmak istenilmiş, bu devletler kabul etmeyince, mecburen Almanlarla ittifaka girilmiştir. Hatta Alman generaller de ittifakta tereddüt etmiş, ancak İmparator Wilhem şahsi inisiyatif alarak ittifakı kabul etmiştir. Sonuçta Osmanlı askeri ve sivil bürokrasisi ve Sultan Vahdettin, Osmanlı ülkesinin Malta da yapılan gizli toplantılar da alınan kararlara göre, İngiliz, Fransız İtalyan ve Ruslarca paylaşıldığını ve işgal edileceğini, milli bir mücadelenin yapılması gerekeceğini bilmektedir. Biraz da düşmanların Almanlar karşısında yıprandıktan sonra, milli mücadelenin kolaylaşacağını ve savaş artıkları silah ve mühimmatın, Anadolu’da milli mücadelede kullanılabileceğini düşünmektedirler( Mehmet Niyazi, Çanakkale Mahşeri, Yemen Ah Yemen) Savaş bitiminde, Osmanlı Harbiye Nezareti’nin gizli planına göre, Anadolu’ya milli direnişleri örgütlemek için, bir heyettin gönderilmesi kararı alınır. Bu hareketin başkanı olacak askeri kişilerin listesi Padişaha sunulur. İkinci sırada M. Kemal Paşa(sarı paşa) vardır. Birinci sıradaki İzzet Paşa çok yaşlı olduğunu, yaşlılığı nedeni ile bu görevi ifa da zorlanacağını söyleyerek görevi affını ister. O da Sarı Paşayı önerir. Saraya M. Kemal Paşa çağrılır, kendisine görev çağrısı yapılır.(N.Fazıl KISAKÜREK, Sultan Vahdettin, Temellerin Duruşması, A.KABAKLI) Vahdettin, M. Kemal’e masadaki tarih kitabını göstererek: ’Paşa Paşa, sen şu kitaba geçtin, memleket senden daha hizmetler istiyor, memleketi kurtarabilirsin’ sözlerini bu toplantıda söylemiştir. Bazı Osmanlı düşmanı yazarlar, Padişahın bu söylemini farklı yorumlayarak, güya 9. Ordu Müfettişi olarak, Trabzon’da Rum ahaliyi koruduğunda memleket kurtulacak demekteler, memleketin her tarafı işgal altında iken, sırf Trabzon’daki Rumların korunması ile memleket kurtulacak, düşmanlar, ‘a ne güzel siz Trabzon’daki Rumları korudunuz, kusura bakmayın sizi üzdük biz geri çekiliyoruz’ mu diyecekler bu mantık doğru olabilir mi, burada Padişahın kastı Anadolu örgütlenmesidir. Sonuçta, M. Kemal Paşa görevi kabul eder. Tarih hep büyük görevlere büyük adamların talip olduğunu yazmaktadır. Mabeyin baş katibi sevinçle paşa kabul etti, paşa kabul etti diye diğer saray çalışanlarını müjdeler, hazırlıklar tamamlanır. M. Kemal’e istediği gibi bir kadro kurması imkanı da verilir, bu kadro da 13 yüksek rütbeli 18 subay vardır. Bir müfettişlik için bu kadar geniş kadronun kurulmasının, gerekli olmadığını, bu kadronun başka amacı olabileceğini askeri çevreler çok iyi bilir. Kaldı ki, İngilizlerde bu gerçeği görmüş ve saraya, bu kadro geniş değil mi, diye sormuşlardır.
HABER YORUMLARI
  1. Henüz yorum yapılmamış.
    İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.