Konya
°C
Yeni Meram

657, liyakat ve bürokrasi saltanatı…

657, liyakat ve bürokrasi saltanatı…-Adem ALEMDAR- Yeni Meram Gazetesi

A+
A-
19.10.2020 01:44
18.10.2020 15:52
0
6389
ABONE OL
Bugün pek çoğumuzun bildiği bir fıkra ile başlamak istiyorum yazıma… Bir bürokrat, görevli olarak şehirden kasabaya giderken yolda sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş. Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş! “İmdat, Boğuluyorum. Kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış. O sırada yakınlardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış. Bürokrat, “Kurtar beni” diye ricada bulunmuş, ancak köylü, “Geçmiş olsun" demiş sadece ve kurtarmak için hiç gayret göstermemiş. Hani neredeyse dönüp gidecek. Bürokrat paniklemiş ister istemez, “Lütfen, bir dal uzat, kurtar beni” diye yalvarmış. Köylü, “Olmaz, sen şu anda hazine toprakları üzerindesin. Hazine malından bir şey almak suçtur” demiş. Bürokrat, “Sen, dalga mı geçiyorsun. Ölüyorum, kurtar beni” diye bağırmış ağzına dolan çamurlarla. Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş, “Ben Hazine'den mal alıp suçlu duruma düşemem. Fakat seni böyle bırakacak değilim. Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Mal müdürüne talimat verilir şayet, hazine arazisi değilse itfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar...” Bürokrat, “Yahu, bunlar oluncaya kadar ben burada ölürüm, be adam” deyince köylü gülmüş, “Ben ölmezsin demiyorum ki! Bizim devletle bir işimiz olsa siz de bu yolları takip etmemizi söylemiyor musunuz? Biz de oradan oraya gide gide ölüyoruz adeta. Sen de ölsen, mevzuata uygun ölmüş olursun” deyivermiş… … Köylülerimiz fıkrada anlatıldığı gibi bir şey yapmazlar, muhakkak adamcağızı kurtarmak için ellerinden geleni yaparlar, ancak bürokrasi gerçekten de böyle işliyor. İstisnalar dışında kimse vatandaşın işini kolaylaştırmaya çalışmıyor, kimse için konforunu bozmuyor. O yüzdendir ki kimin devletle bir işi olsa tanıdığı kişileri devreye sokmayı düşünüyor ilkin. En basit evine su bağlatacak olsa KOSKİ’de tanıdık kim vardı diye düşünüyor. Elektrik bağlatacaksa kırk kişiyi arıyor aman senin MEDAŞ’la aran iyi bana bir yardım ediver diye… Çünkü biliyor ki işi basit de olsa bir tanıdıkla gidilince daha iyi veya hızlı oluyor… Buradan mevzuyu liyakate bağlayacağımı anlamış olmalısınız. Maalesef liyakat peygamberimizin bize emri olmasına rağmen hiç bakılmıyor. Bugün devlet kurumlarımızın hangisine bakarsanız bakın göreceğiniz kişilerin çoğu, o kurumdaki idarecilerin oğlu, kızı, gelini veya damadı ya da yeğenidir. İmtihan kazanarak referanssız devlette bir işe girmek zorun zorudur, ancak bürokrasi bir yolunu bulur. Son yıllarda KPSS ile mesela öğretmenliğe sağcı, solcu, iyi, kötü demeden herkes puanına göre giriyor, ancak orada da idareci olmak için yine liyakat değil; aidiyet, tanışıklık ve itaat ön plandadır. Devlette olmaz diye bir şey olmaz! Bir gün memuriyeti olmayan birini cart diye istisna kadrodan atar, üç gün sonra da idareci yapıverirsiniz de yıllardır orada yükselmeye çalışanlar ağzı açık bakakalırlar… Geçtiğimiz yıllarda bir devlet kurumunun personel yapısı gündeme gelmişti. Neredeyse tüm idareciler bir yakınlarını o kuruma sokmuşlar. Birden fazla hatta aile boyu kurumdan geçinenler de vardı. Yine bir üniversitemizde koca koca unvanları olan ağabeylerimiz buldukları her fırsatta aile efradını doldurmuşlar kuruma da sonra biz o "bilim yuvası"ndan başarı bekledik yıllarca… E peki liyakate 657 engel mi? Evet, almayacakları kişiye engel, alacakları kişiye avantajdır bu kanun… Türkiye’nin başının belası 657’dir, ancak korkarım ki bu kanun olmasa garibanın tesadüfen bile olsa memur olma şansı yoktur! Türkiye önce insan kaynakları kalitesini artırmalı sonra da dünyada benzeri olmayan bu saçma kanundan kurtulmalıdır. Tabi bizim ömrümüz yetmez bu sürecin sonunu görmeye. Mevzu derindir, söylenecek çok şey vardır, ancak dam ingin değnek uzundur… Size bundan yüz sene evvelki bir manzarayı anlatıp kapatacağım mevzuyu, herkes yazı bitince tefekkür etsin lütfen… … Doktor Tarık Nusret'i tanır mısınız? Duydunuz mu hiç adını? O bir doktordu, o bir babaydı… Çok acılı bir hikâyesi vardır. Bilmemiz gereken, anlatmamız gereken, herkesin okuması gereken... Çanakkale Savaşı'nda siperlerin gerisinde yaralı askerlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey morfindi. Doktorlar yaralı askerlere ağrı kesici bulmakta zorlanıyorlardı. Bu yüzden bir nöbet tutuluyordu. Hastaların ameliyatı için hazırlanan çadırın önüne bir masa kurulmuştu. Sedye ile gelen her yaralı, burada masaya koyuluyordu. Doktorun elinde enjektör, enjektörün içinde ağrı kesici. Doktor ilk muayeneyi yapıyordu ve yaşama olasılığı olan, ameliyat edilmesi halinde yaşayacağına inandıkları askerlere ağrı kesiciyi yapıyordu… Oysa gelen her yaralının ağrı kesiciye ihtiyacı vardı. Fakat herkese yetecek kadar ağrı kesici yoktu. Doktor duygusal karar vermemek için yaralıların yüzüne bakmamakta, iyileşme şansı yüksek olan yaralılara ağrı kesici yapmaktaydı… Yine doktorun önüne bir asker getirilir, yaralının ağır yaralarına bakan doktor, askerin iyileşemeyeceğini öngörür ve ona ağrı kesiciyi yapmaz. O sırada askerden iniltili bir ses duyulur. “Baba!” Herkesin gözü doktora çevrilir, yaralar içinde kıvranan asker doktorun öz oğludur. Doktor buna rağmen yine ağrı kesiciyi oğluna yapmaz ve bir kaç saat sonra da oğlu şehit olur. Doktor, şehit olan oğlunun cansız bedenine sarılır ve şöyle der, “Affet oğlum, o senin hakkın değildi.” İşte bu topraklar hakkı olmadığı için tek bir ağrı kesiciyi bile oğlundan esirgeyen o güzel insanlar tarafından vatan yapılmıştır. Ve bizim Çanakkale Savaşı'nı kazandığımız o tarihi anlardan biri de hiç şüphesiz Doktor Tarık Nusret’in hakkı olmadığı için öz oğluna ağrı kesici yapmadığı "o an"dır. Tarihin tozlu sayfalarına adını kazımış tüm kahramanlara rahmet temennisiyle…
HABER YORUMLARI
  1. Henüz yorum yapılmamış.
    İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.